Unutulan Ermeni MutfağıUnutulan Ermeni Mutfağı -
Unutulan Ermeni MutfağıUnutulan Ermeni Mutfağı
1915’ten BUGÜNE | Kars’tan Gümrü’ye: Unutulan Ermeni mutfağını araştıran aşçı Anna Mazmanyan
1915’ten bugüne uzanan Ermeni portrelerinde bu hafta Food Adventures isimli aşçılık projesinin kurucusu aşçı ve blogger Anna Mazmanyan var. Mazmanyan, uzak geçmişte yaşananlara ve Ermeni kültürüne doğrudan bağlı olduğunu düşünüyor. Bu yüzden de tüm zamanını yurdunun mutfağı için çalışmalar yaparak ve onu tekrar canlandırmaya çabalayarak geçiriyor.
Anna Mazmanyan, Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Enstitüsü’nden mezun olmasının yanı sıra, Harvard Üniversitesi’nde uluslararası iktisat ve siyaset bilimi okudu. Şirket yönetiminde çalıştığı beş yıl boyunca ilk kez halka açılmaya hazırlanan büyük Rus şirketlerin danışmanlığını yapmasına rağmen her zaman için yemek yapmayı sevdiğini belirtiyor. Ayrıca yemek hazırlamanın günlük hayat içerisinde çok fazla zaman almasından dolayı bunun daha profesyonel bir şekilde yapılması gerektiğine inanıyor.
Anna, 2010 yılında konaklama endüstrisi ve mutfak sanatları okumaya başladı: Mısır’da Ritz, Maldivler’de Kanuhura, İşviçre’de Schweizerhof Oteli ve İtalya ile Fransa’da Lenotre, Tres sorella ve Il Ritrova restoranlarında staj yaptı. Dünyayı gezmeye devam ettikçe, bunlara benzer bir otelin kendi yurdu olan Ermenistan’da nasıl olacağını veya nasıl bir üretime kaynaklık edileceğini hayal etti. Gerekli deneyimi edinmesinin ardından ise Anna, kendisini Ermenistan’daki konaklama endüstrisinin gelişimine adamaya karar verdi.
Soykırımın ardındaki miras
Bundan 103 yıl önce, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin katliamı doruk noktasına ulaşmıştı. İmparatorluğun başındaki Jön Türkler, 1’inci Dünya Savaşı’ndaki kaostan istifade ederek Anadolu’da Ermeni Soykırımı’nı düzenledi. Sadece 3 yıl sonra, 1918’de, Rusya Türkiye sınırını geçerek, katliama Ermenistan’da devam ettiler.
O günleri anımsayan Anna, sözlerine “Doğrusu” diye başlıyor ve babasının aile evinden ayrılma hikayesini daha da eskiye gittiğini belirtiyor.
Anna, sözlerini şöyle sürdürüyor:
Soykırım neredeyse ailedeki herkesi etkiledi. Babamın bütün akrabaları Anadolu’daydı. Babamın büyükbabası Kars’ın güneyindeki Kazhavan’dan geliyordu. Ailem, daha soykırım öncesi o toprakları terk etmişti. Olası katliamlardan kaçmaya çalışarak, sınırdan öteye, 1. Dünya Savaşı’ndan çok önce Alexandropol’a (şu an Gümrü) gitmişler. Benim büyük büyükbabamın adı Yegor Mazmanyan idi. Gümrü’de Almanları çalıştırdığı birçok kafesi vardı. Orada Avrupa tarzı hamur işi ve ev yapımı reçel satılırdı. Sanırım bu, o zamanlar için alışılmadıktı.
Anna, babasının ailesini anlatmaya şu sözlerle devam ediyor:
Babamın anne tarafından ailesi, büyük büyükbabam Garegin ve büyük büyükannem Tazagül Arakelyan da Kars’tandı. Garegin ileriye dönük plan yapmayı bilen insanlardı. O yüzden işlerin kötüye gideceğini, Ermenileri bekleyen zor zamanlar olduğunu ve güvenlikli bir yer araması gerektiğini oldukça erken anlamıştı. Tüccardı kendisi. Onun kendi mallarını taşıması için kendi gemisi olduğunu bile söylüyorlar. Ailesini Gürcistan’a, Tiflis’e götürdü.
Soykırım, Anna’nın anne tarafındaki Mazmanyan ailesinde daha derin trajedilere neden oldu. Hikayeyi büyükannesinden öğrenen Anna, sanki o çok uzakta kalan olaylardan kendi kurtulmuşçasına o günleri şu sözlerle anlatıyor:
Büyük büyükannemin ismi Tamara Arzumanyan’dı. Onu çok iyi hatırlıyorum ve bana anlattığı hikayeleri çok iyi anımsıyorum. Onunla büyüdüğüm söylenebilir. Büyük büyükannem 1907 yılında Iğdır’da, Türkiye Rusya sınırından çok da uzakta olmayan bir yerde doğdu. Soykırım sırasında daha çocuktu, o yüzden bu olumsuz zamanların hepsini hafızası engelledi. Kaçışa ilişkin olarak hiçbir detay vermemesi muhtemelen bu yüzdendi. Ancak ailesinin nasıl yaşadığını, evlerinin nasıl göründüğünü ve bakıcılarının nasıl Fransızca konuştuğunu oldukça sık anlatırdı. 12 çocuklu bir ailenin 10’uncu kız çocuğuydu. Sonraki iki erkek çocuk ondan sonra doğmuştu. Tamara derinden sevilirdi, babası ona tapardı. Bana şöyle dediğini anımsıyorum: “Ailemizde on kız olmasına ve babam Tigran’ın devamlı erkek çocuk istemesine rağmen, her kız çocuğu doğduğunda annemi tebrik etmeye gelir, zurna ve dhol çalan müzisyenler ayarlardı. Tüm şehirde dükkanları vardı.”
Yerlisi olduğu şehre birçok güzel resim adayan “Ermenistan Halkı’nın sanatçısı” Eduard Isabekyan, Tigran Arzumanyan’ın (Arzumanents) katliamlar başlamadan önceki Iğdır’daki yaşantısından anılarında şu sözlerle bahsediyor:
İnsanlara belirsiz bir endişe, bazılarına ağırlık, havada açıklanamaz bir şey hissettirirdi. Kimsenin açıklayamayacağı bir şeydi. Bu his sizin insanlara, onların harika… Dinginliğine… Veya onların aldırışsızlığı mı… Ancak ne bu endişe, ne de önsezi Tigran Arzumanents ve on kızının… Akşamları balkonda oturmasına, gelen serinliğin keyfini çıkarmasına, favori reçelleriyle çay içmelerine, sohbet yokluğunda içlerinde monolog yaşamalarına engel teşkil edemedi.
Ancak tehdit Iğdır’a sonunda ulaştı. On binlerce Ermeni mülteci, Anadolu’dan şehre doğru gelmeye başladı. Açlık ve kolera vardı. Yakın bir zamanda ise bu sefer şehirde yaşayanların kendileri evini terk etmek zorunda kaldı. İlerleyen Türkler önüne gelen herkesi katlediyordu. Iğdır’ın sokakları arkada kalanların cesetleriyle dolmuştu.
Aramızdaki kurtarıcılar
Anna’nın ailesi askeri komutan General Dro Drastamat Kanayan ve erleri tarafından kurtarıldı. Sivil halk geri çekilirken onları korudular. General Dro, 20’nci yüzyılın başlarındaki Ermeni ulusal kurtuluş hareketinin en bilinen üyelerindendi.
Bir gece, Türkler Iğdır’a girmeden yakın bir zaman önce, Dro, Arzumanyanların evine giderek onlara şöyle dedi: “Kendinizi kurtarmak için birkaç saatiniz var.” O gece, erkek kardeşlerden en küçüğü kundağında uyur vaziyette bırakıldı. Tamara’nın anne ve babası Tigran ile Aikandukht bunu anladıklarında şehirden dışarıya uzanan yolun yarısına gelmişti. Tüm bu kargaşa sırasında dadılardan veya uşaklardan birinin çocuğu aldığını düşünmüşlerdi. Erler geriye dönüp, en küçük erkek çocuğu almak zorunda kaldı.
Anna, büyükannesinin kendine anlattıklarını şöyle aktarıyor:
Büyükannem Tamara, eşyalarını topladıklarında sadece birkaç günlüğüne ayrıldıklarını düşündüklerini söyledi. Bunun sonsuza dek, hayatları boyunca olduğunu fark etmemişler. O, sonrasında torunlarına şöyle diyecekti: ‘Ailemiz için değerli olan her şeyi evimizdeki ceviz ağacının altına gömdük.’ Her şeyi tasvir ederdi; evi ve ağacı. Mücevherleri eteklerin kenarına dikmişler. Tamara babasının İsviçre’deki bankalarda hesapları olduğunu biliyormuş, ancak Sovyet döneminde, ailenin eski varlığından söz etmekten korkuyormuş.
Anna’nın büyük büyükannesi hiçbir zaman Türkler hakkında kötü konuşmamış, neden oldukları acıyı anmamış. Ancak Anna, “Aynı zamanda, Türkçe bilmesine rağmen, bir daha o dilde tek bir kelime etmedi. Bazen Türkçe olarak ‘çatal’ ve ‘ekmek’ demek istediği oluyordu, ancak bu hissin üstesinden geliyordu” diyor.
Aile, uyarılardan sonra önce Eçmiyazin’e, ardından Erivan’a gitti. Amerika’ya taşınma fırsatı buldular, ancak büyük büyükannesi Aikandukht hemencecik reddetti bunu. Hala toprakları varken, burada kalmaları gerektiğini söyledi.
Anna’ya göre büyük büyükannesi Tamara, güzel şeylere dair aşkını öldüğü güne kadar sakladı. Anna, Tamara’ya ilişkin bir örneği şu sözlerle veriyor:
Büyük büyükannemin Erivan’daki Tumanyan Sokağı’nda çok güzel bir dairesi vardı. Burada büyükannem Irina Darbindyan da büyümüştü. Şimdi anlayabildiğim kadarıyla, büyük büyükannem Iğdır’daki evlerini tekrardan yaratmak istemişti. Bu yüzden kumaşa, sofra takımına ve mobilyaya böylesine bir saygıyla yaklaşırdı.
Anna’nın anne tarafından büyük büyükbabası David Darbindya’nın kaderi ise daha trajikti. O da Iğdır’da doğmuştu, ancak akrabaları katliamlar öncesinde şehri terk edecek zamanı bulamamıştı.
Anna, hikayenin geri kalanını şöyle anlatıyor:
Hayatta kalanlar bir tek o ve annesi olmuş. Mrgashat köyüne kaçmışlar, burada oradaki bir aileye götürülmüşler. Amcalarının, dayılarının, akrabalarının hepsi komşu evlerde yaşamış. Ardından askere alınmış ve sonradan yaşamlarını yitirecekleri savaşa gönderilmişler. Büyük büyükannem daha gençken ölmüş; David’i ise ona kalacak yer veren aileden Osan ismindeki bir kız büyütmüş. David’den sadece sekiz yaş büyükmüş, ancak tüm aile onu, David’in annesi olarak görürmüş.
Büyük Vatanseverlik Savaşı sırasında büyük büyükbabam görevlendirilmiş, İran’da hizmet etmişti. Savaş yılları Ermenistan’da yaşamı oldukça güç hale getirmişti. David çoğu zaman eve zeytinyağı, kuru meyve ve yulaf unu yollardı. Büyük büyükannem de tüm komşulara akşam yemeği hazırlardı.
Öte yandan büyükannesinin hazırladığı akşam yemekleri ile ziyafetler halen Anna’nın hatırında. Anna, “Büyükanne Tamara harika biriydi. Yaşadığı her şeye rağmen oldukça neşeli ve hayat dolu biriydi. Evi misafirlerle dolardı, her zaman iyimserdi” diyor.
Anna’ya göre büyükannesi ailede gelen bir sonraki nesilin, her zaman için bir öncekinden daha başarılı olması gerektiğine inanıyordu. Anna, o yüzden “Atalarıma layık olacak şekilde yaşamaya, onları hayal kırıklığına uğratmamaya çalışıyorum” diye sözlerini sürdürüyor.
Din, dil ve mutfak
Anna Mazmanyan, Ermenilerin din ve dile sahip oldukları sürece asimilasyon tehlikesinde olmadığını düşündüğünü belirtiyor.
Anna şöyle konuşuyor:
Altı ve yaşlarında olan oğullarım geçenlerde Ermenice çalışmaya başladılar. Şimdiyse bana ‘Belki de Moskova’da yaşamamamız gerekir. Biz Ermeniyiz, Ermenistan’da yaşamalıyız’ diyor.
Ancak Anna’ya göre günümüzde dünya değişti.
O, bunu şöyle açıklıyor:
Bugün dünyanın değiştiğini, rahat hissettiğiniz her yerde okumak ve çalışmak için yaşayabileceğinizi düşünüyorum. Aynı zamanda her zaman kim olduğunuzu, nereden geldiğinizi, atalarınızın kim olduğunu hatırlamalısınız. Onların ismini, yazı ve konuşma dilini, tarihini bilmelisiniz.
Anna Mazmanyan
Bir aşçı ve aşçılık projesinin kurucusu olarak Anna, Ermeni kimliğinin dayandığı üçüncü şeyin ise mutfak olduğuna inanıyor.
Kendi teorisini şu sözlerle anlatıyor:
Ermenilerin hayatta kalmasına yardımcı olan şeyin yemek olduğuna dair bir teorim var. Yemek sanatı öğrenirken kendi mutfak geleneğini fark etmesi için Ermenistan’ın devasa bir potansiyeli olduğunu, ancak neredeyse hiçbir fırsatı olmadığını düşünmeye başladım. Yerel halk bile ulusal mutfakları hakkında çok az şey biliyor. Her zaman için Sovyet Ermenistan’ından yemekler vardı, ancak birçok ulusal yemek unutuldu ve artık yapılmıyor.
Öte yandan Anna, sadece mutfağı değil, aynı zamanda dini ve kültürel gelenekleri de gözlemliyor.
Üçünün birlikte bir bütün oluşturduğu inancıyla şu ifadeleri kullanıyor:
Örneğin; tatillerde geleneksel yemekleri yapmayı çalışıyorum. Çünkü tatil şöleni, tat hissi, sembolizm. Bunların hepsi çocuklar tarafından yeniden hatırlanıyor. Örnek vermek gerekirse paskalyanın her zaman için balık, kuru meyveli pilav, renkli yumurta ve dürüm anlamına geldiğini hatırlıyorlar. Dilleri, tarihleri ve tat yoluyla aldıkları o his, her zaman için onlara kim olduklarını hatırlatacak.
Anna’nın değindiği bir başka konusu ise Ermeni mutfağında tatlıların yeri.
Böyle olmasının nedenini Anna şöyle açıklıyor:
Neden tatlılarımız var da diğerleri yok? Çünkü dağlardan geliyoruz. Atalarımız, çobanlar yola çıkarken alması için ve bozulmayacaklarından emin olduklarından ötürü kekler yapardı.
Antik geleneklerin muhafızı olan Anna Mazmanyan, Ermenilerin “hayatta kalma geni” sayesinde önlerinde bekleyen harika bir gelecekleri olduğu konusunda inançlı.
Anna, son olarak şöyle diyor:
Oğullarım bir şey yapmaya çalışırken bana sızlandığında onlara şöyle diyorum: ‘Atalarınız korkunç dönemlerden geçti; hayatta kaldılar ve kendilerine inandılar. Bunlardan hiçbiri siz bazı önemsiz şeyler konusunda şikayet edin diye değildi.’ Ermeniler kendilerinin farkında olan bir halktır, ancak geçmişe bakmayı gereğinden fazla seviyoruz. Aynı zamanda önümüze nasıl bakacağımızı bilmiyoruz, ufuğun ötesini görmüyoruz. Gelecekte gelişmemiz için şöyle düşünmemiz gerektiğinden eminim: ‘Bugün için hayatın keyfini çıkaralım, ancak gelecek için 30 yıl sonraya planlar yapalım.’
Çeviri: Tolga Er
Ascihaber
Bu haber ascihaber kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (ascihaber) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(ascihaber). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com