Bir Sünni-Ermeni-Türk Öyküsü -
Bir Sünni-Ermeni-Türk Öyküsü
Tercan’da doğduğum Bulmuş köyüne sınır Kargın isimli büyük bir köy var. Onun yanında da Vican. Çocukluğumda (1960’lı yıllar) bu iki köy her açıdan birbirlerine çok benzerlerdi. Tren istasyonları vardı ve köyün içinden kara yolu geçiyordu. Kargın Sünni, Vican ise Alevi ağırlıklı karışık bir köydü. Zaman içinde Kargın siyasilerle çok yakın bağlar kurup büyük imkânlara kavuştu. Yanı başındaki Vican ise eridi ve göçler sonucu şimdi 10-15 hane kalmış durumda.
Kargın oldukça büyüdü. Belediyelik olup giderek kasaba görüntüsüne büründü. İçinde Kooperatif Banka, Fırın Market gibi yığınla işyeri açıldı. Köy halkı civardaki Alevi köylerinden alınabilecek her şeyi satın alarak ve onlara alabilecekleri ne varsa satarak ekonomik gelişim sağladılar. Ancak Alevi köyleri zamanla göçler sonucu boşalınca Kargın’da giderek çekim yeri olma özelliğini kaybetti.
Kargın’da 10-15 Ermeni aile 1. Dünya savaşı döneminde İslam’ı seçtiler ve Türkleşip Müslüman oldular. Yaşlılarımız aile aile kimin Ermeni kökenli olduğunu bilirlerdi. Burada Hamidiye alayları döneminde Alevilikten Sünniliğe geçen çok sayıda aile de vardı. Büyüklerimiz bu aileleri de bilirlerdi ve Alevilerden kimlerin yakın akrabaları olduklarını da yakinen tanırlardı.
Kardeşim Hüseyin 2000’li yılların başında mezramızda ki büyük sulu tarlayı Kargın’lı Faruk’a kiraya vermişti. Faruk tarlaya şeker pancarı ekmişti ve bazen sulamak için, bazen de ayı ve domuzlardan korumak için hemen her gün tarlaya ve oradan da bize uğruyordu.
Faruk traktörü ile civardaki köylere ot ve saman taşıyor, oralarda dana, kuzu, inek ne bulursa alıyordu. Söylentiye bakılırsa kendisi aynı zamanda Jandarma istihbarata da çalıştığı için çevre köyleri kolaçan ediyor, durumu münasip şekilde rapor ediyordu.
Jandarma böyle kişiler üzerinden bölgede denetleme sağlıyordu. Kargın’da annesi Alevi olan bir haber elemanı daha vardı. Çevre Alevi köylerinden oluştuğu için istihbarat elemanları da Alevilere daha yakın kişilerden oluşuyordu. Alevilere kız alıp verenler, kirve olanlar .. vs.
Kargın halkı son derece muhafazakâr, kadınları tamamen kapalı, çarşaflı ve dindardır. Dışardan görüntü böyle ama gerçek hiçte öyle değil. Köyde satılmayan rakı, bira gibi içkiler köye 2 km. mesafedeki mesire yerinde gizlice kasa kasa içiliyordu. Köyde kâğıt oynamak, kumar yasaktı ama yakınlarda olan kulübelerde, kapalı yerlerde oynanan kumar kaç kişinin yuvasına incir ağacı dikmişti.
Köy o kadar muhafazakârdı ki Ramazan geldiğinde bütün kahveler kapanır, çay servisi durdurulur, fırınlar da akşama doğru açılırdı. Sokakta sigara içmek sona ererdi. Bu ayda kadın- erkek herkes oruç tutardı.
***
Kardeşim Hüseyin ile Faruk kirve olmuşlardı. Bu kirvelik daha bir yakınlaşma/kaynaşma sağladığı için her gün Pancar tarlasına gelir, orada biraz oyalanır sonra da evin önüne gelir, birlikte çay içer ve birkaç saat sohbet ederdik. Tabii bölgede kirvelik anlayışı Aleviler ile Sünniler arasında ciddi anlamda farklıdır. Alevilerin kirveliği kendi içinde ikrar ve ciddi sorumluluk gerektirirken, Sünnilerinki dostluk anlamında oluyordu. Bu durumda Aleviler ile Sünnilerin kirvelikleri de baskın kültür olan Sünnilik doğrultusunda dostluk temelli oluyordu.
Faruk kirve tahsilli değildi. Köylü şivesi ile konuşuyor, kendi usulünce sohbet konuları açıyordu. Sohbet arada din ve inanç konularına da geliyordu. Ben her zamanki gibi dikkatli üslup ile fikrimi söyler, yapacağım eleştirileri genellemeden, somut örneklerle anlatırdım. Ama kardeşim Hüseyin öyle değildi. Sansüre uğratmadan fikrini söylüyor, kirvesinin köyünden örneklerle kendisine takılıyordu. Faruk kirve de kendi usulünce itiraz eder, “Sen kendi Dedelerine bak, daha bir Fatiha bile okuyamıyorlar’’ falan diye yanıtlar verirdi.
Birkaç defa kardeşimi giderek artan dozda uyararak “İnançlar üzerinden espri yapılmasının doğru olmadığını’’ söyledim. Kardeşim pek umursamaz gibi davranarak şaka ile karışık yanıt veriyordu.
Bir ara ellerimi yıkamak için lavaboya gittiğimde peşimden gelip “Abi sen bu kirvemin Müslüman olduğunu mu sanıyorsun?’’ diye sordu. Peşinden ekleyerek “Bu adam Müslüman değil, Ermeni. Senin yanında rahat konuşamıyor. Bunun İslam’la hiç bir bağı yok’’
Şaşırmıştım. Tamam, Ermeni kökenli olabilirdi ama zamanla asimile olmuş ve Hanefi inancına girmişlerdi. Ve artık İslam olmaları gerekiyordu. Ayrıca Müslüman değilse bu kirvelik dini açıdan nereye oturtulacaktı. Kardeşime göre bu sadece dostluk, samimiyet düzeyindeydi.
Tekrar masanın başına oturunca sözü dolaştırıp eski olaylara getirdim ve köyde kaç Ermeni kökenli olduğunu sordum.
“Baban biliyor, ona sor’’ dedi.
“Babam senin kadar bilemez, senden duymak istiyorum’’
“Herkes bir birini tanır. Bak ben sizin 7 sülalenizi biliyorum. Tavuğunuzu, köpeğinizi, kedinizi biliyorum. Baban da bizi iyi bilir’’
Kardeşim Hüseyin masaya bir viski getirdi. Faruk kirve içmek istemedi. Öyle bir itirazı vardı ki, zannedersiniz ki hayatta hiç ağzına vurmamış.
Kardeşim kendisini tersleyerek “Ne öyle sofuluk taslıyorsun? Daha geçenlerde içmedik mi?’’
Faruk kirve böyle bir çıkış beklemiyordu, biraz bozuldu ama itiraz edemedi.
Hüseyin bana dönerek,
“Abi bu senden çekiniyor. Şuna -iç- desene’’
“İçki de ısrar olmaz. İçmek istiyorsa içebilir’’ dedim.
Kardeşim her üçümüze de birer kadeh doldurdu. Derken sohbet giderek koyulaştı.
Özetle şöyle diyordu.
“Evet biz Ermeni’yiz ama Müslüman olduk. Hem de artık Türk’üz. En büyük korkumuz birisinin bize “Sen gerçek Müslüman değilsin’’ demesidir. Onun için herkesten fazla oruç tutar, herkesten fazla camiye gider, herkesten fazla Müslüman oluruz. Ama aslında öyle değiliz. Ne biz (yani eski Ermeniler) ne de diğerleri (Sünnileşen Aleviler) pek oruç tutmayız. Herkes bir birini kandırır. Hiç kimse oruçlu olmadığı halde oruçlu gibi görünür. İlk başlarda oruç tutanlar vardır ama giderek azalır ve son günlerde sadece bazı kadınlar oruç tutarlar. Ama hiç kimse “biz oruç değiliz’’ demez. Biz oruç tutmadığımızı karılarımızdan bile gizleriz’’
“Yahu bu nasıl bir şey, insan karısından bile bunları gizler mi?’’
“Gizlemeye mecburuz. Çünkü köyün kadınları toplanıyor, ev ev dolaşarak – Kız yemin et, kocan oruç tutuyor mu?- diye yemine vuruyor. Oruç tutmadığımızı kadının hal ve hareketinden anlarlarsa ertesi gün bütün köyde herkes duyar. Sonra - Sen nasıl Müslümansın? - diye ahret soruları sorarlar. Biz de mecburen oruç tutmadığımızı karılarımızdan bile gizliyoruz’’
“Peki, nasıl oluyor bu iş?’’
“Fırın açılınca eve yeteri kadar ekmek alıyorum. Ama bu ekmekten 2 tanesini ya arabada, ya ahırda, ya tarla kenarında naylon içinde bir yere saklıyoruz. Ertesi gün pancar sulamak veya tarlaya bakmak için köyün dışına çıkıyoruz ve orada acıkınca yiyoruz. İlk günlerde tutanlar var fakat zamanla herkes bırakıyor. Ama hiç bırakmamış gibi davranıyor’’
“Yani takiye yapıyorsunuz’’
“Bu köyde yaşayacaksan mecbursun. Yoksa sen Müslüman olmadın mı diye sorarlar. Sen bu korkuyu, endişeyi hiç yaşamadın. Ama biz öyle değiliz. Müslümanlığımızdan kimse şüphe duymasın diye mecburuz.’’
Faruk kirve ile konuştuğumda anladım ki eskiden beri Sünni olanlar çok daha rahatmış. Kendilerini ispat etme zorunluluğu duymuyorlarmış. En fazla fanatik olanlar ise eskiden Ermeni ve Alevi olup sonradan Sünni olanlarmış.
En kritik soruları sorma vakti geldi.
“Peki, siz ruhen kendinizi Müslüman hissediyor musunuz? Türk hissediyor musunuz?’’
“Başkasını bilmiyoruz ki. Herkes bir birine bakarak öyle yapıyor. Bir kısım insan gerçekten İslam’ı benimsedi ama bir kısmı kendi eski inancını merak ediyor. Ben de merak ediyorum’’
“Atalarınız İslam’ı gönüllü mü benimsedi yoksa içinde bulunduğu durumdan mı?’’
“O dönem çok şey yaşandı. Bir sürü acı olaylar oldu. Gönüllü İslam olanlar zaten oldular. Bizim atalarımız için bu biraz mecburiyet oldu. Ama bu konuları hiç açmayın. Bizim açımızdan kapanmıştır. Biz şimdi artık Türk ve Müslümanız. Bir arada yaşıyoruz. Kız alıp veriyoruz’’
Evet bir arada yaşadıkları ve kız alıp verdikleri doğru. Ancak burada gönüllü uyumdan bahsetmek zor gibi geliyor.
***
Faruk kirvenin bir gelini bize bitişik diğer köyden. Bu köy eski bir Ermeni köyü. Halk arasında ki ismi Kilise. Yeni adı Balyayla. Bu köyde yaşayanların çoğu sonradan gelip buraya yerleştiler. Buraya devlet tarafından yerleştirilen 3 Laz aile de vardı. Sanıyorum 1942 yılında Tercan kaymakamı Sırrı Bey döneminde Trabzon / Sürmene’den getirilip buraya yerleştirildiler. O yıllarda çoğu Trabzon’dan getirilen çok sayıda aile eski Ermeni köylerine yerleştirilmişti. Balyayla köyüne yerleşen Lazlar ilk yıllarda büyük sıkıntı çektiler. 3 aile olarak Alevi köyüne yerleştirilmişlerdi. Onlar Sünni, köylü Alevi idi. Uyum sorunları vardı.
Dedem Mehmet Balaban o bölgede varlıklı ve hatırı sayılır bir aileden geliyordu. Bu Lazlara sahip çıktı. Onları korudu. Sorunları olduğu zaman arabulucu oldu. Bundan dolayı bu Laz’lar ailemizi çok sever ve kendi aileleri gibi görürlerdi. Hele yaşlı Laz Mehmet amca dedeme çok bağlıydı. Adeta onun manevi kardeşi sayılırdı. İhtiyacımız olduğu anda koşar gelirlerdi.
Birkaç hane Laz ailesi de yakında bulunan Tivnik (Ortaköy) köyüne de yerleştirilmişlerdi. Bu insanların çevreye uyum gibi büyük sorunları dışında çocuklarını evlendirme sorunu da vardı. O dönem Alevi – Sünni evliliği yok denecek kadar azdı. Aileler erkek çocukları için geldikleri bölgeden gelin bulup getiriyorlardı ama kız çocuklarına koca bulmak büyük sorun oluyordu. Laz aileler kendi aralarında bir birlerine kız alıp veriyor ve dayanışma sergiliyorlardı.
Ancak sosyal yaşam her zaman programlandığı gibi yürümez. Toplumda yer edinmek isteyen bu kesimler bir birine tutunmak zorunda kaldıklarından bir birlerini daha iyi anlarlar. Balyayla’lı Laz Ahmet’in torunu olan kız, Kargınlı Ermeni kökenli Türk olan Faruk’un oğlu ile evlendi. Bu evliliğin sevgi temelinde mi yoksa azınlık olmaktan kaynaklanan eşitsizlikten dolayı mı yapıldığı ayrı bir araştırma konusu.
***
Bölgeye göçmen olarak gelip yerleşenler sadece devlet eli ile başka bölgeden getirilenler değildi. Çok yakında bulunan Mercan nahiyesinde Kafkas coğrafyasından çok sayıda aile vardı. Bunlar 93 Harbi (1877- 78 Osmanlı Rus Harbi) döneminde ve daha sonra gelen ailelerdi. İçlerinde Dağıstan ve Çeçenistan’dan çok sayıda aile vardı. Bu göçmenler bir yandan devlet ile sıkı ilişki kurarak em milliyetçi çizgiyi savunurken aynı zamanda da en muhafazakâr, en fanatik dini damarı teşkil ediyorlardı.
Bu göçmenlerin çocuklarının neredeyse tamamı ülkücü hareket özellikle MHP içinde etkin rol alırken aynı zamanda geldikleri coğrafya ile sıkı bağları vardı. Mercan’da Belediye başkanı Yusuf Sürmen (Başkanlığı 1989- 2004) döneminde açılan bir parka Ruslarla savaşırken 1996’da ölen Cevher (Cahar) Dudayev ismi verilmişti.
Erzincan’ın kurtuluşunda hiç bir katkısı olmayan bir kişiye park isminin verilmesi burada yaşayan Çeçenlerin nasıl milliyetçiler olduklarının da soru işaretidir. Eğer burada bir parka isim verilecek ise öncelikli olarak Erzincan’ın kurtuluşunda emeği geçenlerin olması gerekirdi. Örneğin Hacıbektaş’dan Postnişin Cemalettin Çelebi, Balabanlı Gülağa, Çarekânlı Mustafa Bey gibi isimler varken Nevşehir’den İstanbul’a ve Kırıkhan’dan Düzce’ye pek çok yerde parklara Dudayev isminin verilmesi düşündürücüdür.
Daha da düşündürücü olanın ise bu milliyetçi /muhafazakârların yurtseverlik konusunda çok ilginç tercihler yaptıklarıdır. Otlukbeli eski Belediye başkanlarından biri Fatih ile Otlukbeli savaşını yapan Uzun Hasan’ın soyundan olmasıdır.
Bir kıyaslama yapacak olursak Fatih ile Uzun Hasan, Otlukbeli’nde (1473) savaştılar ve Fatih kazandı. Yavuz ile Şah İsmail, Çaldıran’da (1514) savaştılar ve Yavuz kazandı. Uzun Hasan Sünni, Şah İsmail ise Alevi idiler. Her ne hikmetse hem aziz devletimiz, hem Diyanet’ten Cemaatlere kadar dini çevreler, hem Milliyetçi çevreler, hem de her türden yeni – eski Osmanlıcılar, Sünni Uzun Hasan’ı görmez ama Alevi Şah İsmail’e demedikleri kalmaz. Bu ne yaman çelişki böyle???
***
Balyayla köyüne göçe tabi tutulan Lâzların çocukları Alevilerin konuştuğu Zazacayı iyi bilirlerdi. Türkçe şivelerinde Karadenizli oldukları çok belirgin iken Zazacada şive fark edilmiyordu. Bu çocuklar zaman zaman gelir bizim tarlada pancar işinde çalışırlardı. Bizimle Zazaca konuşur, Alevilerin yaptığı yeminleri yapar, yöre insanının davranış biçimini sergilerlerdi. Onlar çevreye uyum için büyük çaba sarf ederlerdi ama çevre onları anlamak için ne kadar çaba sarf ediyordu?
Şu çelişkilere bakınız.
•Aleviler devletin gözünde varlıkları ciddiye alınmayan, sorunlarına kulak asılmayan kesimdi. Balyayla köyü Alevileri Tercan’da devlet dairesine sıkıla sıkıla gider, devletin kendilerini anlamadığından şikâyet eder ama kendi köyünde azınlık Lâzları anlamak için çaba sarf etmezlerdi.
•Balyayla köyünde azınlık olan Lâzlar, Tercan’a gidince baskın kültür olan Sünniliğin şefkatli kolları arasına girerlerdi ama buraya da sürgüne gönderilmişlerdi.
•Dışlanmamak için gereğinden fazla muhafazakâr ve milliyetçi, dışarda oruçlu, içerde oruçsuz olan eski Ermeni kökenli Kargın’lılar, köyden çıkıp il ve ilçeye gelince milliyetçi olur, en keskin sloganları haykırırlardı. Erzincan’da MHP içinde oldukça etkinlerdi.
•Kendi köylerinde dışlanmaktan korkan bu kesim, hemen yan köylerde yaşayan Alevilere mesafeli durur. Onlarla en çok problem yaşayan kesim sonradan Sünni olan eski Aleviler ile bu eski Ermeni kökenlilerdi.
•Kendi köylerinde Mahalle Baskısından çekinen bu eski Ermeniler, kendi elleri ile daha büyük bir Mahalle Baskısının ortaya çıkmasına sebep oluyorlardı.
Eski bir Ermeni köyü olan Hıncoru’da yaşayan bir akrabam şöyle dedi:
“Biliyor musun bu köyde yaşayan filanca Alevi aileler aslında Ermeni kökenli’’
“Neye dayanarak bunu söylüyorsunuz?’’
“Çünkü bunlar- biz bu köyün yerlileriz- diyorlar. Burada bir Ermenilerin mezarlığı var, bir de Alevilerin Mezarlığı. Ben de o zaman - Bana atalarınızın mezar yerlerini gösterin- diyorum ama gösteremiyorlar’’
***
Burada dikkati çeken ayrıntı bir birine çok yakın olan bu bölgede Sünnileşen Ermeniler ile Alevileşen Ermeniler arasındaki farktır. Sünni olanlar dışa göre aşırı milliyetçi, aşırı dindar Müslüman görüntüsü sergilerken Alevi olanlar daha karmaşık ama gevşek Alevi görüntüsüne sahipler. Alevi inancında her ailenin Seyyit ailelerine bağlanarak onlardan Pir, Mürşit ve Rehber edinmeleri gerekiyor. Buna İkrar bağı deniyor ve bu bağı olmayanların Alevi olmadıklarına inanılır. Aleviliğe geçen Ermeniler bu süreç içinde bazı Seyyid ailelerine bağlanarak bunu sağladılar ama bu süreç kolay olmadığından bazı sorunlar yaşadılar.
Tabii bu kıyaslamanın birde Dersim içinde yaşayan veya oraya göç eden Ermeniler boyutu var. Yazar Ali Rıza Özdemir ve Abdülkadir Gül tarafından akademik düzeyde ve resmi arşiv kayıtlarına dayanılarak hazırlanan “Dersimliler Ermeni mi?’’ adlı kitap verilerine göre sanılanın aksine Dersim’de fazla Ermeni olmadığıdır.
Çok dillendirilen söylentiye göre 1915’de yaşanan tehcir sırasında binlerce Ermeni kaçarak Dersim’e sığınmış ve giderek orada kalmışlardı. Kitap, somut verilere dayanmayan bu iddiaların abartı olduğunu da ortaya koyuyor.
Biraz araştırma, analiz becerisi olanlar, Dersim’in o dönemler büyük yokluk ve açlık içinde bulunduğunu, kısa süreli yerleşmeler dışında burada binlerce kişinin istihdam edilmesinin mümkün olmadığını, olsa olsa ancak birkaç yüz kişinin burada kabul göreceğini, kendi imkânları ile dağlara çıkanların da kısa sürede barınma ve yiyecek sorunu ile karşılaşacağını bilir. Ama öyle veya böyle Dersim’de az sayıda Ermeni kökenli aile vardır.
***
Tunceli’de Ermeni olmak halk arasında genelde sorun teşkil etmiyor. Kız alıp vermeler, komşuluk ve kaynaşma sağlanmış durumda. Burada yaşayan Ermeniler 3 farklı guruptan oluşur.
1- Her şeye rağmen kendi etnik kimliğini koruyan ve devam ettirenler,
2- İkrar verip Pir, Mürşit ve Rehber’e bağlanarak Alevi olanlar,
3- Alevi görünmelerine rağmen bunu önemsemeyenler.
Yurtdışında tanıdığım birkaç Dersim’li Ermeni ailenin gerçekten Aleviliği içselleştirdiğine tanığım. Bu bölgede yaşayan Ermenilerin yazı ve konuşma dilinin Türkçe olduğunu, Ermenice konuşmanın artık pek mümkün olmadığı kanaatindeyim.
Birçok Ermeni ailenin de Alevi görünmek dışında Alevilik ile bağlarının olmadığına da bizzat şahidim. Ermeniliğini muhafaza edenler ise yakın tarihte (2012) Dersim Ermeni Derneğini kurdular. 2015’de de Dersim Ermeni ve Alevi Dostluk Derneği kuruldu. Tunceli’de Ermeni olmak beraberinde mahalle baskısı getirmiyor. Ancak Ermeni olduklarını gizlemeyenler Tunceli içinde kendilerini Ermeni olarak ifade ederken, başka bir şehire örneğin Elazığ veya Erzincan’a geldiklerinde Alevi olarak tanıttıkları sık rastlanan bir durum. Mahalle baskısı onları başka şehirde bu şemsiye altında kısmen korumuş oluyor.
***
Tunceli Ermenileri kendilerini tanımlarken genellikle daha sol /Marksist olarak lanse ederler. Basında yer alan haberlerin büyük kısmı manipülasyon (yalan haber) olsa da bu Ermenilerin sola meyilli oldukları bilinen bir gerçek.
Gelin şu kıyaslamaları hep birlikte yapalım.
Dersim’de Ermeni kökenliler kendini etnik Ermeni, din inancını Hristiyan (Gregoryen) olarak tanımlarlar.
Sünni Kargın köyünde Ermeni kökenli olanlar ise Müslüman ve Türk olarak tanıtırlar.
Tercan Alevi köylerinde Ermeni kökenli olanlar kendini Alevi olarak tanıtırlar. Bunların büyük kısmı kendini Türk olarak tanımlarken az sayıda kişi Kürt olabileceğini ifade eder.
Dersim’de Alevi inancına girenlerin ise büyük bir kısmı kendini Kürt, az sayıda kısmı ise Türk olarak ifade eder.
Dersim Ermeni kökenli olanlar kendilerini sol Marksist ifade ederken, Tercan Alevi köylerinde olanlar sosyal demokrat (CHP) görüşe sahiptirler. Sünni Kargın’da olanlar ise Milliyetçi / Muhafazakâr olarak tanıtırlar.
Ermeni kökenli olanlar Dersim’de mi yoksa Erzincan’da mı daha fazla? Hiç kuşkusuz Erzincan’da çok daha fazla. Bu bölgede Ermeni kökenli olanlar Alevi ve Sünni inancı altında kümelenmişler.
Ve gene hiç kuşkunuz olmasın ki Sünnileşen Ermeniler, Alevileşen Ermenilerden çok daha fazladır. Dersim’deki Ermeni sayısına bakarak yanılmayalım. Orada yaşayanların önemli bir kısmı Ermeni kimliğini hep muhafaza ettiler.
Tam da bu noktada Türk Tarih Kurumu eski başkanı Sayın Yusuf Halaçoğlu’nun birkaç yıl önce söylediği “Dersim Ermenileri din değiştirerek kendilerini gizlediler, Mesela Ovacık ilçesinin nüfusu Ermeni dönmelerinden oluşmaktadır” sözü tam anlamıyla algı operasyonu gibi durmaktadır.
Din değiştirerek kendini gizleme söz konusu ise bu oranın başka şehirlerde de çok yoğun olduğu, ama başka bölgelerin gündeme getirilmemeleri bu açıklamanın maksatlı yapıldığını ortaya koyar. Bu açıklamadan şu anlaşılır. “Dersim aslında kendini gizleyen Ermeni Hristiyanların yoğun yaşadığı yerdir’’
Ancak somut veriler Halaçoğlu’nu doğrulamıyor. Dersim’in neredeyse her bir köyü, yamacı bir Alevi ziyareti, türbesi, makamı ile doludur. Dersim denince akla Düzgün Baba, Munzur Baba, Kureşanlı Piri Hanukan, Büklü Dede, Büyük Çeşme... gibi Evliyalar ile çok sayıda Alevi Ocağı akla gelir. Halkın bu türbelere ilgisi halen yoğun olarak devam etmektedir. Tersi olsaydı gerek mitolojik ve gerekse arkeolojik veriler buranın yoğun bir Ermeni /Hristiyan kenti olduğuna dair fikir verirdi. Elbette Kilise ve İkona verileri gösteriyor ki burada Ermeniler de yaşıyordu. Ama örneğin Erzincan’da yaşayanlardan fazla değil.
Ayrıca bu “Din değiştirme ve gizleme’’ açıklaması doğru olsa bile bu insanların bir zorunluluktan buna başvurduğu anlaşılır. Ki bu ayıp da onların değil, onları buna mecbur bırakanlara aittir.
Eğer Dersim’in kim ve ne olduğu söylenecek ise özetle “Burası pek çok açıdan ağırlıklı olarak bir Türkmen kentidir’’ demek gerekir. Zaten yaşlılar, atalarının Horasan’dan geldiklerini ve Türk/Türkmen olduklarını halen söylemektedirler.
***
Bir de şu açıdan bakalım:
Dersim Ermenisi mahalle baskısı ortadan kalktığından kendi etnik kökenini ve inancını ortaya koyuyor. “Ben Ermeni kökenliyim’’ diyor. Bunu demokrasinin zaferi olarak kabul edip, çok çeşitli ulus, kavim, inanç ve dinlerden oluşan “Türk Ulusu’’ kapsamında ele almamız gerekmiyor mu?
Atatürk, “Türkiye Cumhuriyetini oluşturan halka Türk Ulusu denir’’ demiyor mu?
Anadolu’da yaşayan halklar o kadar iç içe geçmiştir ki onları ne dini, ne de etnik olarak tasnif etmek mümkün değildir. Zaten giderek artan karışık evlilikler de gösteriyor ki insan olarak sorumluluğumuz bu insanları ayrıştırmak değil, kaynaştırmaktır. Herkesin kendi dini ve etnik kökeni ile ilgili açıklaması da onun zenginliği olarak görülmeli.
Ancak Türk ve İslam olmuş Kargın Ermeni’si mahalle baskısı altında kaldığından kendini ispat için bu baskıyı daha da arttırma zorunluluğu hissediyor. Daha fazla dine sarılıyor. Kendini daha çok Müslüman göstermek için fanatizme sapıyor. Kendini daha iyi Türk göstermek için milliyetçiliğe sarılıyor. Anlaşılıyor ki mahalle baskısı ortadan kalktığında çok daha farklı davranış biçimleri söz konusu olabilir.
Peki, Türk toplumunun saygın bilim insanları, teologları, kanaat önderleri, siyasetçileri neden gerilim politikasını kınamazlar ve bundan medet umarlar? İnançlarından ve tarihlerinden bir kuşkusu mu var?
Şunu biliyoruz ki Anadolu’ya eskiden U-Rum diyarı deniyordu. Buralarda gayrimüslimler yaşıyordu. Şu anda buralar tamamen İslam coğrafyası. Bu topraklarda bir Hristiyan soykırımı olduğuna dair hiç bir veri yok. Peki, eskiden Hristiyan olanlar nereye gittiler? Onların torunlarına ne oldu?
Hiç kuşkusuz ki İslam’ın sevgi damarı olan tasavvuf erenlerinin İslam’ı sevdirmesi ile bu insanlar gönüllü olarak İslam’a geçtiler. Hacı Bektaş Veli ve ardılları olan büyük Pir’ler, Mevlâna gibi düşünürler, Ahi Evran gibi sanatta doğruluk abideleri, Yunus gibi gönül adamları sayesinde oldu.
İspanya devleti Yahudileri kovunca Osmanlı 1492’de bunları alıp korudu. Yer yurt verdi. Bu kendinden emin, geniş ve kucaklayıcı politikalar neden giderek yerini mezhep ve gerilim politikalarına bırakıyor? Uydurulmuş İslam’ın ilkel damarına değil, İndirilmiş İslam’ın geniş, kucaklayıcı tasavvuf damarına tekrar dönmekte yarar var.
Ayrıca son dönemde Ortadoğu coğrafyasında yaşananlardan anlıyoruz ki Atatürk’ün Laiklik politikası bizleri barış içinde bir arada tutacak tek yoldur.
Muhabbetlerimle
Kazım Balaban
Bu haber orhuntv.com kaynağından gelmektedir.
Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (orhuntv.com) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.
Opinions expressed are those of the author(s)-(orhuntv.com). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com