23 Ocak 2017
Gitmek herkesin dilinde. Nasıl olmasın? İmkânları, en azından bir süreliğine başka bir ülkeye yerleşmeye potansiyel olarak müsait her rasyonel birey, Türkiye’nin mevcut şartlarını ve orta vadede vadettiklerini göz önüne alınca gitmeyi düşünür, gayet anlaşılır. Türkiye Ermeni toplumunun bireyleri de bunun dışında değil, herkesin düşündüğünü ve hissettiğini onlar da düşünüyor, hissediyor ve harekete geçiyor. Üstelik, tecrübeyle sabittir ve Ermenilerin kolektif hafızasına işlenmiştir ki, ülkenin siyaseten gergin, gidişatın kötü olduğu dönemlerde, Ermeniler –ve dışlanmış diğer etno-dinsel gruplar– daha da kötü etkilenirler, zira sorunlarda dahilleri olsun olmasın –ki çoğu zaman yoktur–, ‘doğal hedef’ haline gelirler. İşte, 15 Temmuz kalkışmasını dahi Ermenilere fatura etmeye kalkan, aslında meczup ama sayıları hiç de az olmayan insanlar dahi var. Velhasıl, bu şartlar altında Ermeniler arasında da gitmeyi düşünenler olması hiç de şaşırtıcı değil.
Doğuş Yortusu münasebetiyle Ermeni Patrikhanesi’nde düzenlenen resepsiyonda konuşan Sahak Maşalyan da Ermeni toplumu açısından “göç tehlikesi”ne dikkat çekmiş. “Gitme, göç etme algısının kırılması için” özel çalışmalar yürütülmesi gerektiğini, kendisinin vaazlarında bu tehlikeye dikkat çektiğini, çekeceğini ifade etmiş. Dediği de, kendi ifadeleriyle şuymuş: “Bizim tek ülkemiz var, o da burası. Bu büyük ülke ne badireler atlattı, bunları da atlatırız. Değerlerimiz, köklerimiz, atalarımız, mezarlarımız burada. Gittiğimiz ülkelerde de bizi kırmızı halılarla karşılamayacaklar, orada yabancı olacağız.” Bu ülke badireler atlattı mı, yoksa kendisi mi bir badire tartışılır ama Ermeni toplumunun hiçbir şey atlatmadığı kesin. Her darbe bizi yıktı geçti; evet, henüz ‘ölmedik’ ama aklımızı başımıza alıp, toplum düzenimizde gerekli reformları yapmazsak, nihai sonumuz uzak değil. Fakat, Maşalyan’ın alıntıdaki son cümlesi çok doğru; hiç kimse kimseyi, hiçbir yerde kırmızı halılarla karşılamaz. Gitmenin de kendine göre bedelleri ve zorlukları vardır. Kimse keyfinden göçmen olmaz, hele belli bir yaştan sonra. Çok kısa bir süre önce ölen ve büyük bir kayıp olan Zygmunt Bauman’ın, Serdar Kuzuloğlu’nun tweet’i sayesinde benim de yeni öğrendiğim şu sözü, göçmen olma halini kalbinden yakalıyor: “Göçmen yer değiştirmez, yeryüzündeki yerini yitirir.” Gelgelelim, bu gerçeklik göçmeni ve göçmenliği ortadan kaldırmaya yetmez. Bütün devasa zorluklarına rağmen milyonlarca insan göç etmeye devam ediyor. Başka bir deyişle, bulundukları yerdeki sıkıntılar birçokları için göçmenliğin zorluklarına ağır basar.
Dolayısıyla, “Burası bizim ülkemiz” romantizmi kimseyi Türkiye’de tutmaya yetmez (Tabii, gitmeye imkânı olanları… Öbürleri ister istemez kalırlar). İnsanlara öngörülebilir, uygulanabilir, somut bir umut ihtimali göstermeniz gerekir. Türkiye’nin ülke olarak bu türden bir umut ışığı taşımadığını zaten söyledik. Peki, Türkiye Ermeni toplumu, mensuplarına, bunu ikame edebilecek bir gelecek ve umut vadedebiliyor mu? Evet, nüfusu zaten iyice azalmış olan Türkiye Ermeni toplumunun üyelerinin başka ülkelere yerleşmesi bir tehlike olarak nitelenebilir ama eğer Ermenilerin kalmasını istiyorsanız, devletin ve geniş toplumun onlara vadedemediği, parlak değilse bile ümitvar geleceği ve refahı Ermeni toplumu düzeyinde vadediyor olabilmeniz gerekir ki, başka ülkeye yerleşme planları yapanlar, neyi bırakacaklarını, neyden vazgeçeceklerini bir daha düşünsünler. Türkiye Ermeni toplumu bunu yaratma potansiyeline, her şeye rağmen hâlâ sahiptir. Fakat, ciddi yapısal reformlara ihtiyaç vardır. Bunların başında da, toplumun gelirlerinin şeffaf ve ortak bir yönetime kavuşturulması gelir. Bu köşeyi takip edenler, benim ‘ihanet, hıyanet’ jargonundan ve üslubundan uzak durduğumu bilirler fakat bunca laftan ve Maşalyan’ın tabiriyle, badireden sonra, hâlâ “benim vakfım, senin vakfın” laflarıyla, ortak gelir idaresi fikrine karşı çıkanlar, bilinç durumlarına göre ya gaflet, ya ihanet içerisindedirler. Ufukta toplanan kara bulutlar, yaklaştığı sezilen felaket de bize bu bilinci vermeyecekse, ne verecek? Bir toplumda çoğunluk tarafından baskı altında tutulan grupların siyaseten zor zamanlarda içe kapandığı, kabuğuna çekildiği söylenir ki doğrudur. Gel gör ki, Ermeni toplumunun çekileceği bir kabuğu dahi kalmadı. Kurumlarınızla, işleyişinizle, sisteminizle o kabuğu yaratmanız lazım.
Dolayısıyla, Maşalyan gibi dinî, vakıf yöneticileri gibi sivil makam sahiplerinin bu konuda adımlar atması gerekiyor. Hatta Maşalyan, eğer Ermeni toplumunda işlerin daha düzgün yürüyeceğine, dolayısıyla gelecek için bir umut olduğuna dair bir işaret vermek istiyorsa, başlangıç için kendisine çok somut, küçük ama önemli bir önerim var. Ateşyan’la birlikte patrik seçimi konusunda yazdıkları ve valiliğe verecekleri söylenen dilekçe veya mektubun içeriğini ve lafzını toplumla paylaşsın. Herkese açık yapılacak seçimle ilgili bir dilekçenin resmî belge olduğu için sır niteliğinde olduğu gibi, aklımızla alay eden gerekçeleri bir tarafa bırakıp, sürecin şeffaf yürümesini sağlayacak bu ilk adımı atarsa, vereceği “Gitmeyin” temalı onlarca vaazdan daha etkili olur. Hem böylece, Ateşyan’ın dümen suyuna girip hiçleşecek mi, yoksa doğruların ve ilkelerin Patrikhane’deki sözcüsü mü olacak, bir karar vermiş olur. Yoksa, kendi arkasından iş çeviren yöneticileri olan bir topluluğun üyelerine “Gitmeyin” de desen, bir kulaklarından girer, ötekinden çıkar. Siz makam sahibi yöneticiler olarak o güveni verin önce.
Agos