22 Aralık 2016
Kendi kültürünü yaşatmaya çalışan Stepan Yepremyan’ın uğradığı ayrımcılıklar, Hangül Özbey’in başta Ermeni, sonra Kürt kimliği dolayısıyla maruz kaldığı işkenceler Diyarbakırlı Ermeni olmanın dramını gözler önüne seriyor.
Diyarbakır’daki Surp Giragos Kilisesi’nin restorasyonu ve ibadete açılması ile birlikte şehrin Ermeni nüfusunda bir hareketlilik başlamıştı. Yıllarca Ermeni olduklarını saklamak zorunda kalan Diyarbakırlılar bir araya gelip kültürlerini yaşama, ibadetlerini yerine getirme imkânı bulmuştu. Son zamanlarda Diyarbakır Sur’da yaşanan çatışmalar, Sur’un yıkımı ve Surp Giragos’un ulaşılmayacak halde olması yüzünden Diyarbakırlı Ermeniler, kendi deyimleriyle bir kez daha “kaplumbağa gibi kabuğa çekildi.”
Kendi kültürünü yaşatmaya çalışan Stepan Yepremyan’ın uğradığı ayrımcılıklar, Hangül Özbey’in başta Ermeni, sonra Kürt kimliği dolayısıyla maruz kaldığı işkenceler Diyarbakırlı Ermeni olmanın dramını gözler önüne seriyor. Sözü, doğrudan dinlediğim o sesin sahiplerine bırakıyorum.
“Ailem Adıyaman Kahtalı, halen orada yaşıyorlar. Babam Ermeni annem Süryani. 7 kardeşin en küçüğü olarak Kahta’da dünyaya geldim” diyerek hikâyesine başlayan Stepan Yepremyan, “İlk ve orta öğrenimden sonra Diyarbakır’a geldim ve halen burada yaşıyorum. Makine Mühendisiyim. Ermeni olduğumu kendimi bildim bileli biliyorum. Diğer Ermeniler gibi benim de bilmeme gibi bir şansım yok zaten. Daha ilkokuldayken hatırlatılıyor kim olduğun” diyor.
‘Hep ötelendim’
Uzun yıllardır çok sevdiği Diyarbakır’da yaşayan Stepan Yepremyan, Ermeni kimliğini yaşatmasının, Ermeni olarak yaşamasının bir nevi mücadele olduğunu dile getiriyor: “Benim için insan olarak yaşamak, Ermeni ya da Hıristiyan olmaktan daha önemli, ama Ermeni ya da Hıristiyan’ım diye ötelenmek, aşağılanmak, işte o çok kritik. Benim kendi çapımda verdiğim mücadele hep bu uğurda oldu. Bunun adı neden mücadele olmuş, onu da bilmiyorum. Kendini yaşamanın adı mücadele mi olur? İnancı ya da kimliği, kullanabileceğim bir araç olarak görmedim asla, reklam etmedim ama onu görünür kıldım. Evet bunu yaptım, yapmaya da devam edeceğim. Bunu tercih ettiğim için herkes tarafından ötelendim. Yeri geldi, akrabam da Müslümanlaşan arkadaşım da utandı benden, kendinden uzaklaştırdı, hayatından çıkardı, sosyal medya hesaplarından sildi beni.”
‘Ermeniyse sevap geçmez’
Kimliğinden dolayı yaşadığı kimi dışlanmaları ‘komik’ olarak nitelendiren Stepan Yepremyan, başından geçenleri şöyle anlatıyor: “Ne kadar iç içe yaşasak da birbirimizi hâlâ tanıyamamak gibi bir sorunumuz var aslında. Adına tanımak istememek mi dersiniz, nefret mi dersiniz, bilmemezlik mi dersiniz bilemiyorum, ama bu hal bazen kötü niyetten uzak, komik durumlar da doğuruyor. Mesela geçenlerde işyerimizde çalışan bir stajyer, hafta sonu köyüne gidip döndüğünde nenesinin yaptığı yemeklerden getirmişti bana. Ona teşekkür edip nenesine de teşekkürlerimi iletmesini istediğimde “Yalnız bir sorun var abi. Size hayır geçmiyormuş. Çıkarken neneme ‘Bu yiyecekleri götüreceğim abi Ermenidir’ dedim, bana ‘Onun içinse sevap geçmez, ama gene de sen ver; Allah’a bırak, belki kabul eder’ dedi, cevabını aldım.”
Bir başka arkadaşım da bir gün bize misafirliğe gelmişti. Anneme, ‘Senin bu oğlun çok hayırsız. Bizi hiç sormuyor, hiç evimize geldiği yok. İnsan kardeşim dediği arkadaşını hiç sormaz mı, be hey zalim, be hey gâvur?’ dedi.”
‘Anneme borçluyum’
“Daha ilkokuldayken gâvur lafını çok duydum” diyen Yepremyan, anılarına şöyle devam ediyor: “Oruç tutmadığım için okulda bana gâvur demişlerdi. İlk kez o akşam yemekte babama gâvur ne demek diye sormuştum. O zamandan başladım sanırım aidiyeti araştırmaya. Kim olduğunu bilmesen bile sana hatırlatıyordu herkes. Müslüman da olsan şüpheyle baktılar hep. Benim İslam’ı çok uç noktada yaşayan akrabalarım var. Onların kıldığı, kıldırdığı namaza bile saf tutmayan ve ‘Bu gâvurun kıldıracağı namazdan bir şey çıkmaz’ diyenler oldu. Kendi isteğiyle Müslüman olanlara böyle laflar edilmesi bir yana, zorla Müslümanlaştırdıkları insanlara bile gâvur demekten çekinmiyorlar. O zaman ben de insanların bana dayattığı hiçbir şeyi kabul etmemeyi öğrendim. Yani kısaca kendim oldum. Bunu aileme, en çok da anneme borçluyum. Yaşantılarını gelenek göreneklerini zor da olsa koruyabilmişlerdi ve geçmişi silmek yerine aktarmayı tercih ettiler.”
‘Ölüm olacağına hakaret yiyin’
Çevresindekilerin kendisini olduğu gibi kabul etmelerini istediğini söyleyen Yepremyan, yaşadıklarının yarattığı duyguları şöyle dile getiriyor: “Bu yaşımakadar her küfrün ya başında ya sonunda Ermeni lafı duydum. ‘Ne olacak? Ölüm olacağına hakaret yiyin’ lafıyla da karşılaştım. Üstüne bir haç görseler ‘Hiç gerek yok bunlara, hepimiz kardeşiz, sakla onu, bu ne şimdi’ diyorlar. İşte sorun da orada; saklarsam, onun hitap şekliyle yaşarsam, onun gibi konuşur, dua edersem zaten aynı olacağız. Kardeş demene gerek yok, önemli olan beni ben gibi kabul ederek kardeş demen, değil midir?”
Ermeni kültürünü şarkılarıyla yaşatan Stepan Yepremyan, Surp Giragos için de bir şarkı bestelemiş. Surp Giragos’un hayatında çok önemli bir yeri olduğunu belirten Yepremyan, kiliseye girişin halen yasak olmasından dolayı Diyarbakırlı Ermeniler arasındaki bağın koptuğunu ifade ederek, “Birbirimize ulaşamaz hale geldik” diyor. Sekiz ay boyunca Surp Giragos’un da bulunduğu Gavur Mahallesi olarak bilinen mahalleye girmediğini söyleyen Stepan Yepremyan, son günlerde mahalleye karşılaştığı manzara karşısında kalakaldığını da acıyla dile getiriyor.
Agos