21 Kasım 2016
Ermenilerin bundan 101 yıl önce, 1915’te yaşadığı soykırımı ve bu topraklardan sürgüne gönderildiklerini biliyoruz. Peki ya sonra? Tehcirle gidenler nereye gittiler? Sadece gittikleriyle mi kaldılar? Hayır, hikâye devam ediyor... Bir asırlık kıyım, Ortadoğu’nun Anadolu’ya en yakın noktalarında, nesilden nesile anlatılıyor, unutulmasın diye. Sadece anlatılmıyor yaşanıyor da nesillerce. Unutulmuyor çünkü, “İnsan acılarını, ölülerini gömdüğü gibi gömemiyor ki...”*
Fakat bu topraklarda yaşayan birçok kişi, toplumsal hafızanın yok edilmeye çalışılmasına rağmen; hem kişisel bellekleri, hem de coğrafyanın hafızasını kazımaya devam ediyor. Çok derinlerde değil, her gün yanı başımızda duran tarih, bize kendini bir şekilde gösteriyor. Mekân, ona her baktığımızda sabırsızlıkla hafızasını anlatmayı bekliyor, sadece görmemizi istiyor...
MEKÂNIN HAFIZASI
Fotoğraf sanatçısı Erhan Arık da mekânın hafızasını gören kişilerden biri. Arık, yıllar önce rüyasına giren bir olay üzerine kendi kişisel tarihiyle toplumsal belleğin kesiştiği mekânın hikâyesinin peşine düşüyor. Ardahan’da doğup büyüyen Arık, köyde ahır olarak kullandıkları yerde gördüğü bir rüyada, kendisinden hesap soran biri olduğundan bahsediyor. Ermeni olduğunu tahmin ettiği bu kişi ona şöyle diyor: “Neden bu oda bu kadar pis? Neden bir zamanlar ekmeğimizi pişirdiğimiz bu taş ocak, bugün ahırın bir parçası olarak kullanılıyor?”
Gördüğü rüyadan sonra Arık, eski bir ahırda başlayan bu yola revan oluyor. Yol, onu Ermenistan, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Kudüs, İsrail’deki Ermeni mahalleleri ve köylerine yani Gayanlara götürüyor...
Geçtiğimiz ay İstanbul Depo’da açılan fotoğraf sanatçısı Erhan Arık’ın Gayan isimli sergisi, 1915 Ermeni tehciri ile göç ettirilen ve hayatta kalmayı başarabilenlerin öyküsünü anlatıyor. Tehcirin güzergâhlarını takip ederek, geride kalanların yaşamlarını kadrajına alan Arık’ın sergiye koyduğu ‘Gayan’ ismi, Ermenice’de ‘durak’ anlamında kullanılıyor. Fakat tehcir sonrası, buradan giden Ermenilere bir araya geldikleri yerlere de gayan adı veriliyor. Kilise, mahalle, yuva, apartman, bunların hepsine gayan deniliyor. Bu mekânlar belleğin zamana karşı direndiği, hafızanın yitimine karşı ayakta tutulmaya çalışılan alanlar oluyor. Arık, koca bir coğrafyada, farklı noktalarda ama aynı manzaraları barındıran gayanlarda “geniş bir ailenin” portresini çekiyor.
1915’in ardından hayatta kalan, ailelerini kaybetmiş çocukların Lübnan’da yerleştirildikleri ilk yer olan, Cübeyl’deki Birds Nest (Kuşların Yuvası) Yetimhanesi’nde çekilen bu fotoğrafın öyküsü de bir hayli ilginç. Arık, çocukların fotoğrafını çekmek için okul müdürüyle okulu gezmektedir. Önce bir sahne önünde bu toplu fotoğrafı çekmeyi düşünür. Fakat daha sonra bu merdivenleri görünce ilk fikrinden vazgeçtiğini söyler. Müdür nedenini sorduğunda ise ‘Bilmem, çocukluğumu hatırlattı bana burası’ der. Müdür de gülümseyerek ‘Ama bu senin hikâyen değil, bizim hikâyemiz’ diye yanıtlar ve daha sonra yıllar önce buradaki yetimlere annelik yapan Maria Jacobsen’in 1950’lerde çocuklarla birlikte aynı merdivende çekilmiş bir fotoğrafını gösterir.
1915’in ardından hayatta kalan, ailelerini kaybetmiş çocukların Lübnan’da yerleştirildikleri ilk yer olan, Cübeyl’deki Birds Nest (Kuşların Yuvası) Yetimhanesi’nde çekilen bu fotoğrafın öyküsü de bir hayli ilginç. Arık, çocukların fotoğrafını çekmek için okul müdürüyle okulu gezmektedir. Önce bir sahne önünde bu toplu fotoğrafı çekmeyi düşünür. Fakat daha sonra bu merdivenleri görünce ilk fikrinden vazgeçtiğini söyler. Müdür nedenini sorduğunda ise ‘Bilmem, çocukluğumu hatırlattı bana burası’ der. Müdür de gülümseyerek ‘Ama bu senin hikâyen değil, bizim hikâyemiz’ diye yanıtlar ve daha sonra yıllar önce buradaki yetimlere annelik yapan Maria Jacobsen’in 1950’lerde çocuklarla birlikte aynı merdivende çekilmiş bir fotoğrafını gösterir.
HAFIZANIN KAYDI
Arık, bu çalışmasında, gittiği ülkelerdeki Ermenilerin gündelik yaşamını, ritüellerini, geçmişlerini, şimdiki zamanlarını ve mekânla olan ilişkilerini fotoğraflıyor. Şimdiki zamanla geçmişin bir arada yaşandığı, mekânın zamanla hemhal olduğu kayıp bir düzlem çiziyor fotoğraflarında Erhan Arık. 1915’le paralel akan kayıp bir zamanı yakalıyor çektiği her karede... Her fotoğraf, ayrıntısında yüz yıllık bir tarih gizliyor. Hepsi başka bir hikâyenin kapısını aralıyor. Arık, İran’da çektiği bir fotoğraftaki battaniyenin öyküsünü, Lübnan’da gittiği başka bir evde öğreniyor. Ve sadece bir hatıra fotoğrafı çekmediğini aynı zamanda toplumsal hafızayı kaydettiğini anlıyor. İki ayrı yerde akan zaman, 101 yıl önceki kıyımın acılarını birbirine bağlıyor; tıpkı fotoğraftaki hasta kadının üzerinde duran battaniyedeki parça parça kumaşlar gibi...
YAŞADIĞINA DAİR BİR KANIT NİYETİNE...
Gayan sergisi için bir yazı yazan Pakrat Estukyan, fotoğraflardaki belleği, aradan geçen yüz yılı ve Arık’ın çektiği o kocaman aile portresini şöyle anlatıyor:
“Fotoğraflarda gördüğüm her suret, hafızamın kıvrımlarındaki başka suretleri çağrıştırıyor. Erhan’ın yolu belki onlarla kesişmedi ama yine de bana çok aşina o suretler; hani neredeyse her biri akrabam, hısmım... Onlardan biri “Benim Türkçem gırıkhtır, biz Maraş ağzı gonuşurukh” demiş olabilirdi pekâlâ. Yüzündeki derin çizgilerde, Maraş’tan, Zeytun dağlarından başlayıp ta Ürdün’e varan Garabedyan, ailesini, o ailenin bireylerinin dünyadaki dağılmışlığını anlattığında, Erhan’ın not defterinin boş sayfaları iyice azalmaya başlamıştır eminim. Ya da Kudüs’te, otuz yıldan beri manastırın çanını çalan Hovagim Ağa, laf arasında, dedesinin de Muş’taki manastırın zangoçluğunu yaptığını anlatmıştır. Boynundaki kamerayı gören doksanlık nine “Annemle birlikte resmimi çek” dediğinde nasıl afalladığını anlatmıştı Erhan. Yaşlı kadın, annesinin çerçevelenmiş fotoğrafını kucağına almış, öylece poz vermiş. Kim bilir, belki de annesinin yaşamış olduğunun, bugüne bir izinin kaldığının bilinmesini istemiştir. Kendi olmasa da sureti belgelensin diye, yaşadığına dair bir kanıt niyetine...”
*Erhan Arık’ın 2010’da, yine Ermeni Soykırımı’nın izlerini süren Horovel çalışması için gittiği ve orada bir Ermeni’den dinlediği hikâyeden bir kesit.
Manşet fotoğraf: Jenik 20 yıldır kız kardeşiyle birlikte İran İsfahan’daki huzurevinde yaşıyor. Erhan Arık’a annesiyle kendisinin bir fotoğrafını çekmesini istiyor. Arık, fotoğraf için odalarına gittiğinde Jenik, dolaptan içinde annesinin fotoğrafının olduğu bir çerçeve çıkarıyor. Arık daha sonra Lübnan’da ziyarete gittiği evde tesadüfen bu fotoğrafta bir ayrıntının hikayesini öğreniyor. Lübnan’da hikayeye anlatan kişi ona şöyle diyor: “Nenelerimiz buraya, Lübnan’a geldiklerinde hiçbir şeyleri yokmuş. Kıyafetlerini kamplarda buldukları bez parçalarından dikerlermiş. Bu renkli battaniyeleri de öyle örmüşler. Bize onlardan miras bunlar, o günlerin hatırası…”
Yazı, KHK’yle kapatılan Tîroj dergisinden alınmıştır.
Evrensel