14 Kasım 2016
Tarihçi Prof. Taner Akçam, kısa süre önce yayımlanan ‘Naim Efendi’nin Hatıratı ve Talat Paşa Telgrafları’ kitabı hakkında, Etyen Mahçupyan’ın 6 Kasım tarihli Karar gazetesinde yayımlanan yazısında yer alan bazı yorum ve değerlendirmelerine cevap verdi. Taner Akçam’ın yazısını sunuyoruz.
Sağolsun, Etyen Mahçupyan ‘Naim Efendi’nin Hatıratı ve Talat Paşa Telgrafları’ adlı kitabım hakkında bir tanıtım yazısı yazmış . Gerçi kitabın adını yazmayı unutmuş ama kitabı tanıtmaya değer bulduğu ve hakkında yazdığı için kendisine teşekkür ederim.
Kitap yazarı olarak, tanıtım yazıları konusunda ‘niye şunu-bunu yazmadın’ deme hakkımız yok elbette. Her okuyucu, okuduğundan neyi anlıyor ve önemli görüyorsa onu yazmak durumunda. Etyen de sonuçta, kitap hakkında fikirlerini dile getirmiş. Ama kanaatleri dışında bazı önemli bilgi hataları yapmış bu kısa notta bunları düzeltmek istedim.
ATASE’nin yayını
Birincisi, Etyen benim, “Naim Bey adında bir Osmanlı memurunun 1915-16 yıllarında Halep İskân Şubesi Sevkiyat Müdürlüğü’nde kâtip olarak çalıştığına dair kanıtları” Gergeryan arşivinden bulduğumu söylüyor. Bu bilgi tam doğru değil. Naim Bey’in, Sevkiyat Müdürlüğünde memur olarak çalıştığı konusundaki en önemli kanıt, kısa adı ATASE olan Genelkurmay Başkanlığı arşivi tarafından 2007’de yayımlanmıştır. Belgede Naim Efendi’nin hem sevk memuru olarak çalıştığı söylenir hem de imzası vardır. Bu belge kitabımda yayımlanmıştır.
İkincisi Etyen, Aram Andonian’ın 190-21’de yayımladığı kitap için, “genelde tarihçiler tarafından kuşku ile karşılandı ve milliyetçi Ermeni tarihçiliği dışında kullanılmadı” bilgisini vermektedir. Bu bilgi de doğru değil. Andonian’ın kitabı, 1983 yılında Orel ve Yuca tarafından yayımlanan kitaptan sonra kuşku ile karşılanır oldu. Kitabın 1983 öncesi kuşku ile karşılandığına dair elimizde hiçbir kanıt yoktur.
Andonian kitabının 1983 öncesi ‘milliyetçi Ermeni tarihçiliği’ tarafından kullanıldığı bilgisi de doğru bir bilgi değil. Hangi Ermeni milliyetçi tarihçi, hangi tarihte Andonian kitabını kullanmıştır? Ortada böyle bir bilginin olduğunu zannetmiyorum. Bana öyle geliyor ki, Türkiye’de birçok aydın, ‘Ermeni milliyetçiliği’ kavramını ‘beğenilmeyen öteki’ anlamında bir sembol olarak kullanıyor. Bu nedenle, ‘Ermeni milliyetçiliği’ kendi başına bir gerçekliğin tanımından çok, kendi durumumuzu ‘olumlu’ ve ‘iyi’ olarak tanımlamak için ihtiyaç duyduğumuz ‘negatif öteki’ anlamına geliyor. Etyen’in, Andonian’ın kitabı 1983’ten önce “Milliyetçi Ermeni tarih yazımı tarafından kullanıldı” ifadesi de bana göre bir gerçeklik tanımından çok, Etyen’in kendi tutumunu anlatabilmek için yarattığı bir öteki olarak kullanılmış ve herhangi bir gerçekliğe tekabül etmiyor.
1983 öncesi
Konunun önemi nedeniyle tekrar etmek gerekir ki, 1983 öncesinde Andonian ve yayımladığı belgeler hakkında herhangi bir kuşku dile getirilmedi. Zaten 1983 öncesi, 1915 hakkında ciddi bir tarihçilikten söz etmek de mümkün değildir. Konu hakkında bilebildiğimiz tek ciddi çalışma da 1965 yılına aittir. Katolik Peder Krikor Gergeryan’ın 1965, Beyrut’ta Ermenice olarak yayımladığı bu çalışma kimsenin dikkatini çekmedi. İngilizce dilinde, 1972’de yayımlanan Dikran H. Boyaijan’ın ‘Armenia: The Case for a Forgotten Genocide’ gibi birkaç kitaptan belki söz edilebilir elbette ama ortada bir tarihçilikten söz etmek zordur.
1920’li ve 30’lu yıllarda, 1915 hakkında Ermenice olarak birçok anı, kitap yayımlanmıştır. Bu kitaplarda Andonian kitabının ve belgelerine ne kadar yer verilmiştir, ilginç bir araştırma konusudur. Gergeryan’ın 1965’te yayımladığı makalesinden benim anladığım Ermeni çevrelerde konu, hakkında özel araştırma yapılması gerekmeyecek sıradan, düz bir hakikat olarak telakki ediliyordu.
İlginçtir, Esat Uras’ın 1953 yılında yayımladığı ‘Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi’ eserinde de konuya yer verilmemiştir.
Neden 1983’te bir kitap?
Eğer Andonian’ın kitabı 1983 öncesi ciddi bir tarih yazımı konusu olmadı ise, niçin Türk Dışişleri Bakanlığı konu hakkında bir kitap yayımlama ihtiyacı hissetmiştir? Zannediyorum bunda ASALA eylemlerinin ve Amerikan Kongresi’ndeki tartışmaların özel bir yeri ve ağırlığı vardır. 1980’ler, Dışişleri mensuplarına yönelik yoğun terör eylemlerinin yapıldığı yıllardır. Birçok diplomat bu yıllarda ya öldürülmüş ya da ağır yaralanmıştır. Orly ve Esenboğa havaalanlarına yapılan saldırılarda da birçok insan öldürülmüştür. Ama sonuçta, ne kadar kınanırsa kınansın ASALA eylemleri 1915 konusunu gündeme getirmeyi başarmıştır. Nitekim konu Amerikan Kongresi’nin de gündemine geldi ve 1915’in soykırım olarak tanınması için tartışmalar başladı. Bu girişimler olumlu sonuç verecek ve 1984’te Kongre, 1915’i soykırım olarak tanımlayan bir karar tasarısını kabul edecektir.
Kamuran Gürün, ‘Ermeni Dosyası’ adlı kitabını 1983’te tamamladı. Orel ve Yuca’nın imzası ile çıkan kitapta da onun emeği var. Bu yıllar Ermeni diyasporasının da aktif olmaya başladığı yıllardır. Şükrü Elekdağ Washington’da büyükelçi olarak, Ermeni iddialarına karşı bu yıllarda ‘mücadele etmeye’ başlamıştır. 1981’deFransızca olarak Ermeni Savunma Komitesi adlı bir kuruluş tarafından, ‘Justicier du Genocide Armenien Le Proces de Tehlirian’ (Ermeni soykırımı adaleti, Tehliryan Davası) adlı bir kitap yayınlanmıştır. Bu kitapta, Andonian belgelerinin önemli bir kısmı yeniden basılmıştır. Kitabın önemli bir tarafı, Andonian’ın 1937’de Mary Terziyan’a yazdığı mektuba da yer verilmiş olmasıdır. Bu mektupta Andonian, Naim Efendi’nin kişiliği hakkında (kumar oynadığı ve rüşvet aldığı) bilgilerini vermektedir.
Sonuçta şöyle bir tahminde bulunmak isterim; ASALA eylemleri ve bununla dolaylı dolaysız ilgili Ermenilerin soykırımın tanınması faaliyetleri nedeniyle, soykırım iddialarına cevap vermek zorunluluğunu hisseden başta Kamuran Gürün olmak üzere Dışişleri mensupları, Andonian’ın kitabının ve içindeki telgrafların öneminin farkına varmışlardı. Eğer ‘önlem alınmaz’ ise, bu telgrafların ilerde ciddi sorunlar yaratacağını görmüşlerdi. Fransızca kitapta Naim Efendi hakkında yer alan bilgiler de bir nevi ‘bulunmaz fırsat’ ve ‘hediye’ gibi idi. Bu bilgilerin Orel ve Yuca tarafından önemli bir kanıt olarak kullanılmış olmasından, bu kitabın da bir etkisi olduğundan söz edebiliriz. Sonuçta, 1983 kitabı bu anlamda bir ön tedbir olarak yayımlandı. Başarısız olduklarını söyleyemeyiz.
Diğer birkaç husus
Etyen, kitabımda sadece şifreleme tekniklerine ilişkin hataları gösterdiğimi ama evrak numaraları ve imzalar konusuna girmediğimi söylüyor. Bu bilgiyi de düzeltmek gerekir. Kitabımda hem o konuya girdim hem de şifreleme tekniklerinin yanlışlığını göstermek dışında başka şeyler de söyledim. Telgrafların sahteliği konusunda ileri sürülen başka birkaç başka tezi de çok açık biçimde çürüttüm. Örneğin, Orel ve Yuca Naim Efendi’nin Andonian’a verdiği telgraflardan birisinin çizgili kâğıda yazılmış olmasını onun sahteliğinin bir kanıtı olarak sunarlar. Oysa çizgili kâğıt, belgenin sahteliğinin değil, orijinal olduğunun bir kanıtıdır. Çünkü İçişleri Bakanlığı 1913’te yayımladığı bir emirle, bölgelerden gönderilen şifreli telgrafların çizgili kağıtlara yazılmasını istemiştir. Çünkü satır araları çok dar ve birbirine karışan numaralar nedeniyle birçok hata yapılmaktadır. Bunun önüne geçmek için de rakamların çizgili kağıtlara yazılması istenmektedir.
Ele aldığım bir başka husus, belgelerdeki numaralar ile, İçişleri Bakanlığı’nın gelen-giden evraklarının kaydedildiği defterlerdeki numaralar konusu idi. Orel ve Yuca, Naim Efendi’nin belgelerindeki numaraların bu defterlerdeki numaralar ile uyuşmadığını söylüyor ve bunu sahtekârlığın bir kanıtı olarak ileri sürüyorlardı. Bu konuda iki ana iddiam oldu; birincisi söz konusu defterlerin araştırmacılara kapalı tutulması nedeniyle, kesin bir bilgiye sahip olunamayacağı, ilgili defterlerin araştırmacılara verilmesi gerektiği idi. İkinci iddiam ise, birincil el tanık ifadeleriyle (örneğin Talat Paşa’nın hanımı) Talat Paşanın kendi evinden ayrı bir hat üzerinden bölgelerle haberleştiği idi. Dolayısıyla evinden çektiği telgraflardaki numaraların, Bakanlığın evrak numaraları ile uyum içinde olmaması son derece anlaşılabilir bir durumdu.
Belgelerin sahteliği konusunda ele almadığım tek konu, imzalar ve bazı belgelerdeki tarihler hususudur. Bu konuyu önümüzdeki aylarda yayımlanacak bir makalede ele almaktayım. Ama şimdiden şu kadarını rahatlıkla söyleyebilirim ki, Orel ve Yuca’nın Vali Mustafa Abdülhalik’in imzasının sahte olduğu konusunda ileri sürdükleri argüman da doğru değildir.
Bir karışıklık
Etyen’in yazdıklarından, kitapta yeteri açıklıkta anlatmadığım için bir hususun tam anlaşılamadığını görüyorum. Belgelerdeki imzaların sahteliği meselesi ile Talat Paşa’ya ait Ermenilerin imha emirlerini içeren telgrafların sahteliği meselesi bir ve aynı şey olarak algılanıyor. Örneğin Etyen de “Şifreleme tekniğindeki hatalar başarıyla gösterilmiş ama imzaların sahteliği meselesi hala açık duruyor” diyor. Yazdıklarından, imzaların sahteliği konusundaki iddialar çürütülmezse, Talat Paşa’nın imha emirlerini içeren belgelerinin hâlâ sahte olduğu söylenebilir, gibi bir sonuç çıkıyor. Burada bir yanlış algı var ve bunu düzeltmekte fayda var. Naim Efendi’nin verdiği telgrafların sahte olup olmadıkları konusundaki tartışmayı doğru yapabilmek için, bu telgrafları iki kategoriye ayırmakta fayda vardır. Birincisi çözümü yapılmış ve altında Vali Mustafa Abdülhalik’in imzaları olan telgraflardır (yedi adettir); ikincisi çözümü yapılmamış, hala rakamlardan ibaret olan telgraflardır (beş adettir).
Talat Paşa’ya ait olan ve Ermenilerin imha edilme emirlerini içeren telgraflar, çözümü yapılmamış, sadece numaralardan ibaret telgraflardır. Bunların altında imzalar olan telgraflarla bir alakası yoktur. Altında imzalar olan telgraflar, deyim yerindeyse, fazla özellikleri olmayan ‘sıradan’ telgraflardır. İmzaların sahte olduğunu ispat etseniz bile, Talat Paşa’nın imha emrini içeren telgraflar doğru olabilir. Tersi de doğrudur. Sadece numaralardan ibaret telgraflar sahte olsalar bile, altında Vali imzası olan telgraflar hakiki olabilir.
Ermenilerin imha emirlerini içeren, sadece rakamlardan ibaret telgrafların çözümünü Naim Efendi yapmıştır, bu nedenle biliyoruz. Orel ve Yuca, sadece rakamlardan oluşan bu telgrafların sahteliğini, kullanılan iki ve üç rakam gruplu şifreleme tekniğine dayanarak göstermek istemişlerdir. Ben ise, bu iddialarının saçma olduğunu, Naim Efendi’nin verdiği belgelerdeki iki ve üç rakam gruplu şifreleme tekniğinin doğru olduğunu göstermiş bulunuyorum. Dolayısıyla, bu belgelerin sahteliğini göstermek isteyen bir kişinin yapacağı tek iş vardır; rakamların nasıl çözüleceğini gösteren Şifre Miftah Defterlerini yayımlamak... Talat Paşa’nın ölüm emirlerinin sahteliği, bir tek Şifre Miftah Defterlerinin yayımlanması ile çözülebilir. Bu defterler yayımlanmadığı müddetçe bu belgeleri hakiki kabul etmek gerekir. Konu bu kadar basittir ve bunun imzalarla bir alâkası yoktur.
Tekrar etmek isterim, Talat Paşa’nın öldürme emirlerini içeren telgraflarla, Vali’nin imzaları arasında hiçbir alâka yoktur. Vali imzaları doğru veya sahte olabilir; bu, Talat Paşa’nın ölüm emirlerini içeren telgrafların sahteliği konusunda bir şey söylemez. Bu hususun anlaşılmasının önümüzdeki dönem tartışmaları açısından önemi büyüktür.
Agos