Ermenistan’da Bir ‘Hatalar Müzesi’ - Gündem
25 Kasım 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Տրե / Օր : Ցրօն / Ժամ : Առագոտ

Gündem :

10 Kasım 2016  

Ermenistan’da Bir ‘Hatalar Müzesi’ -

Ermenistan’da Bir ‘Hatalar Müzesi’ Ermenistan’da Bir ‘Hatalar Müzesi’

Ermenistan’ın başkenti Yerevan’ın en canlı merkezlerinden Vernisaj’da, kıyıda kalmış bir köşeyi anlatıyor Alin Ozinian bu hafta. Ermenistanlı mahkumların el emeği işlerinin sergilendiği ve satıldığı bir dükkan. Pek kimsenin uğramadığı, uğrasa da alışveriş etmek istemediği bu dükkandan öyle hikayeler çıkmış ki...Dinleyelim.

(YEREVAN) “Vernisaj”, diğer bir deyişle resim ve el sanatları pazarı Yerevan’ın en soluk aldıran yerlerindendir. En yorgun hissettiğiniz, umutsuzluğa kapıldığınız anda bile pazarının içindeki küçük yürüyüş sizi kendinize getirir. “Küçük” Ermenistan’ın kaldırıma tünemiş sigara tüttüren ya da şah-mat (satranç) oynayan “Büyük” sanatçılarının eserlerini görür, üstüne üstlük iki kelam edersiniz. El işi yapan kadınlar ile hayatının zorluklarından bahseder, tezgah açmaya utanan sanatçıların mallarını sergileyen satıcılara içten içe kızar “Acaba tüm satışı hiç el sürmeden sahibine veriyor mu?” diye kuşkulanırsınız. Gördükleri genç Avrupalı turistler ile hala dış dünyanın dili sandıkları Rusça ile konuşmaya çalışan yaşlı ustalara önce güler sonra üzülürsünüz ama en önemlisi pazarın sonuna geldiğinizde hem tatmin hem hayranlık duyarsınız.

Bu hafta gözüme Ver-nisaj’ın tam arkasına düşen küçük vitrinli bir mağaza takıldı. Üzerinde Ermenice harfler ile “Mahpushane Sanatı” yazısını okuduğumda gözlerime pek itimat etmedim, Vernisaj yürüyüşü bile artık gündemin sıkıntısından kurtaramıyor insanı diye düşündüm. Daha dikkatli bakıp, Latin harfleri ile “Prison Art” yazısını görünce, büyük bir merakla mağazaya doğru yürümeye başladım.

Üç dört metrekarelik bu mağazanın Yerevan’da alışık olduğumuz el işi hediyelik eşya mağazalarından ilk görüşte hiçbir farkı yok gibi gürünüyor. Buranın aslında tam bir “Hatalar Müzesi” olduğunu henüz anlamadığım için böyle düşünüyorum. Yirmili yaşlardaki tezgahtar kadın “Hediye için mi bakıyorsunuz?” dediğinde, “Cezaevindeki insanlar mı yapıyor bunları?” diye soruyorum çekinerek. Evet cevabını verdikten sonra ilgimden memnun anlatmaya başlıyor: “Bu dükkan 2005 yılından beri çalışıyor. Evet, şaşırmayın, sizin gibi bilmeyen çok kişi var. Her giren şaşırıyor, ne güzel diyor ama bir şey almaya çekiniyorlar. Neden mi? Çok basit; bir mahkumun elinin değdiği, onun yaptığı herhangi bir şeyi ne eve götürmek ne de hediye etmeyi içlerine sindiremiyorlar.”

“Ne acı” diyorum yüksek sesle. “Siz gazeteci misiniz?” diye soruyor. Neden sordun, dediğimde aldığım cevap sevimsiz. “Kadınlar içeriye ayak basmıyorlar genelde, turistler bile, hiç hoşlanmıyorlar bu dükkandan...” diyor.

“Mahkumlara Destek” sivil toplum kuruluşunun bir projesi olan dükkan, anlaşılacağı gibi cezaevinde bulunan kişilerin el sanatlarını geliştirmenin yanında onlara “dış dünya” ile bir iletişim yolu açabilmek için tasarlanmış. Dükkanda 500-15.000 Dram (3-90 TL) arasında fiyatları değişen minik kilimler, süs eşyaları, tespihler ve mücevher kutuları ve daha birçok hediyelik eşya var.

Birlikte bu makalede adının Azaduhi (Özgür) olmasına karar verdiğimiz genç kadın beni oturtup bir kahve içmenin derdinde. Tabir yerindeyse “dolmuş”, konuşmak istiyor. Ama ben tek tek tüm eşyalara bakmayı sürdürüyorum. Tam “Tanıyor musun yapanları?” diyecekken, otuzlu yaşların sonunda bir adam giriyor içeri, elinde bir koli, yeni “malları” getiriyor anlaşılan. Göz-kaş ile Azaduhi’ye “Kim bu?” diyor, zararsız yanıtını almış olacak ki selamlıyor beni, hediyelikleri beğenip beğenmediğimi soruyor. Bir iki cümleden sonra adının yine bu makalede Hrant olmasına karar verdiğimiz adamın cezaevi ve mağaza arasındaki köprü olduğu ortaya çıkıyor. Tüm sanatçı mahkumları tanıyor Hrant. “Tek tek söylerim hangisinin kimin eseri olduğunu” diyor.

Tüm kilimlerin, Erme-nistan’ın tek kadın ve çocuk cezaevi olan ve Abovyan şehrinde bulunan Abovyan Cezaevindeki kadınlar tarafından yapıldığını söylüyor. Karabağ desenli olanı tutuğumda “Nune yaptı onu!” diyor. “İsimlerini söyleme hikayelerini anlat” dediğimde bilinmedik bir alemin kapısına yaklaşıyoruz. Bu yazıya sığdıramayacağım kadar hikaye anlatıyor Hrant. Her biri bilindik, her biri can sıkıcı, kötü ve vahşi. Ve her biri insana ait.

Önemli istatistikler söylüyor Hrant; Ermenistan’da 15 Cezaevi ve yaklaşık 5000 mahkûm bulunduğunu, kadın mahkumların %5 oranında olduğunu, mahkumların %70inin 3-10 yıl arasında ceza aldıklarını anlatıyor.

Haç, gül ve nar

Tespihleri yapanlar genelde 10 yıldan fazla cezası olanlar. Haç motifleri kullananlar tövbe edenler. Gül ve farklı çiçekleri kullananları cezaevine bir gönül ilişkisi düşürmüş genelde. Mücevher kutularını hırsızlık suçundan yargılanıp ceza alanlar yaparlarken, Nar motifi “Ermenistan aşıkları” tarafından tercih ediliyor. Tüm bunları Hrant ile konuşarak ve çoğu zaman onun yardımı ile keşfediyorum. “Hepsini anladım da, bu keman motifi neyin nesi?” diye soruyorum. “Onlar Maestronun eserleri” diyor bu küçük dünyadaki mihmandarım. Türkiye’deki gazetelerin ikinci sayfalarından alışık olduğumuz bir hikaye, anlatacağı. Aşık kız ve oğlan ve onları ayırmaya çalışıp başarılı olan bir kız annesi. Askerden döndüğünde sevgilisinin artık bir kocası olduğunu duyan 21 yaşındaki “Maestro”, kayınvalidesi saydığı kadına uyguladığı şiddet sonucu onu öldürmüş. Trajedinin sonu karşımda duran keman ve piyano şeklindeki ahşap heykelcikler. “Bir görsen, karıncayı incitmez Maestro, kapıyı bile sert kapatmaz, hakim olamamış işte bir anlık sinirle hata yapmış...” diyor.

Hata. Bu dükkandaki her şey bir anlık ya da uzun planlanan hataların eseri aslında ve o yönüyle bakıldığında gerçekten hüzünlü. Dükkanda kilimler dışında her şey farklı ağaçlardan yapılmış ve nedense dükkana ilk girdiğim andan beri Nazım Hikmet’in “Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine: bir çekmece, bir yüzük...” dizelerini hatırlatıyor.

Hrant devam ediyor, “Satış fiyatını bile kendileri belirliyorlar, %20si dükkana kalıyor, satılınca onların hesabına yatırıyoruz”. Azaduhi yaklaşık bir saattir kimsenin adım atmadığı dükkana giren yaşlı adama doğru ilerliyor. Doğru zaman diye düşünüyorum. “Sen cezaevinde kaldın mı?” sorusunu en sonunda sorabiliyorum. “14 yıl” diyor Hrant ve devam etmiyor. Devamını soramıyorum. Azaduhi yaşlı adama bir tespih paketliyor. Döndüğünde “Sevan Cezaevi’nde yapılanı istedi, 8 sene orda kalmış” diyor. Müşterilerin de eski tutuklular olabileceğini düşünüyorum. Teşekkür edip kapıya doğru yürüyorum, tam çıkacakken, Hrant “Kahve içmedin, bir kahve iç sen!” diyor. Bu, bana hikayesini anlatmak istediğinin bir işareti, öyle hissediyorum. Azaduhi kahve pişirmeye gidiyor, beklenmedik bir şekilde başlıyor anlatmaya Hrant:

“19 yaşındaydım, zengin olmak istiyordum. Zenginlerin evlerine girip soyuyorduk. Oyun gibi. Keşif yapıyorduk öğlenleri, hangi odadan ne çalsak diye, haritalarımız, krokilerimiz falan vardı. O zaman kahraman gibi hissediyordum kendimi. Eve gidip çaldıklarımı koltuğa diziyor, keyifleniyordum. 4 kişilik bir gruptuk. Bir gün birimiz yakalandı ve hepimizi ele verdi. Meğer içimizden biri katilmiş aynı zamanda, Polis sorgusu sırasında öğrendik biz de. Büyük ihtimal soygun bize nasıl oyun geliyorduysa, can almak da oyun geliyordu o arkadaşa. Yargılanıp 14 yıl cezaevinde kalınca, ne yaptığımızı anladım. Ne kadar suçlu, ne kadar korkunç olduğumuzu. Şimdi suçumu çektim, hayata borcum yok, adalete de ... Ama insanlar karşısında hala suçlu hissediyorum kendimi, geçmiyor. Sicilim kirlendi, iş bulamıyorum. Kızmıyorum beni işe almayanlara; sen yamacında bir hırsız ister misin? Nasıl anlatabilirim artık pişman olduğumu, hadi anlattım diyelim, kim inanır? 14 yıl başka bir gezegende yaşamışım, buraya ancak alışabildim zaten. Başta her şey daha zordu, yolda bana bakanlar beni tanıyor, ne yaptığımı biliyor, benden nefret ediyor diye düşünüyordum. Ama kararlıyım yeni bir hayat kuracağım, evleneceğim, kim bana kız verir bilmem, ama kimle evlenirsem evleneyim ona da, çocuklarıma da iyi bakacağım. Çocuklarıma suçun nasıl bir şey olduğunu anlatacağım. Düşündüklerinden daha korkunç bir şey olduğunu kafalarına sokacağım. Sen de lütfen yazma adımı, Hrant de bana, öyle yaz ki okuyanlar sevsin beni, onu sevdikleri gibi, onun da toprağı bol olsun, hafif olsun...”

Agos





Bu haber kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı () ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+