07 Ekim 2016
Raffi A. Hermonn
Lerna Balıkçı (yan) Özder, Şant Özder, Aleks Fındıkoğlu’nun, Sevag’ın yemeklerinin sunulduğu bir restaurant açmaları tesadüf değil… Ermenistan’da!
1880’da Nor Nakhiçevan’da doğmuş, 1972’de ise Erivan’da ölmüş, SSCB’nin Ressamlar Birliği’nin Genel Başkanı olmuş, Ermeni resim sanatının babası diyebileceğimiz Mardiros Saryan’ın Opera semtinde bir heykeli var. Etrafında güzel bir park; eh ustaya yaraşır, resim sergisi açılır her gün… Resim Vernisajı derler; ama bir de Tüfenkyan Oteli karşısında antika - bitpazarı niteliğinde bir başka (genel) vernisaj var, karıştırmamak gerek. Çıraklık, kalfalık, ustalık derecesine gelmiş ressamlar sergi açarlar burada… Ermenistan halkı için şairlik, taş ustalığı, yazarlık, seramik sanatçılığı ne ise ressamlık da öyle… Orta düzey yetenektekiler ressamlık ile geçinmeleri mümkün değil; ama onların orta dedikleri ressamlar, birçok Avrupa ülkesinde pek âlâ ressamlıkla yaşabiliyor; müzisyenleri de öyle… Zikretmekte yarar var…
Ermenistan`ın başta Erivan, birçok şehrin ana planını çizmiş, Ermenistan mimarisinin babası, Aleksandır Tamanyan`ın heykeli Kaskad`da...
Ermenistan`ın başta Erivan, birçok şehrin ana planını çizmiş, Ermenistan mimarisinin babası, Aleksandır Tamanyan`ın heykeli Kaskad`da...
İkinci (genel) yani antika-bitpazarı niteliğindeki vernisajda, Zeki Müren’in Hayat bazen tatlıdır şarkısından tutun, Çaykovski, Rakhmaninov’a kadar taş plakları, Osmanlı edebiyatı, İstanbul’daki sahafları alt üst edip de bulamadığınız, Fransa’da Kültür Bakanı’na armağan ettiğinizde gözleri parlayacak kadar makbule geçecek, eski kitaplara kadar her şey var.
Yola çıkmış, keyfimizi sıla özlemi, antika vb insani değerlere pupa yelken açmışken; gelin, kâh mutfak sanatı, kâh Kostantiniyyemizin sürekli değişen gündemini işgâl etmiş, hüzünlü bir olayın, çok manidar bir izdüşümüne selam çakalım...
Kin duyarak değil, solmuş olanı yaşatarak `öç` almak!
24 Nisan gibi bir yas gününe (o yıl tesadüfen) tekabül eden Paskalya-Kutsal Zadig bayramı günü, 2011 yılında, askerlik hizmetini yerini yaparken; terhisine 23 gün kala, bir başka erin tüfekle oynarken kazaen (!)’ vurarak öldürdüğü Sevag Şahin Balıkçı (yan)’ı hatırlıyorsunuz...
İşte, ablası Lerna Balıkçı (yan) Özder ve eşi, bankacı Şant Özder, bir başka arkadaş, Aleks Fındıkoğlu’nu da alarak, Cosi E La Vita yani Ve İşte Hayat adlı restaurant açmışlar…
1878’de Rusya’nın Krasnodar’ında doğmuş, 1936’da Yerevan’da ölmüş, 19 - 20 yüzyıla dek, Avrupa’nın hatta ABD’de sevilen Neo klasik tarzı mimarinin uzmanı olup, 1923’te kurulan Sovyet Ermenistan’ın Erivan vd şehirlerin planlarını çizmiş Aleksandr Tamanyan’ın heykelinin olduğu Kaskad’a gittik...
Latin Amerika, İtalya, Fransa, İrlanda, Avusturya, tarzında restaurant, barların yeri… ,
Yüzünüzü Tamanyan heykeline verdiğinizde, sağ baştaki Cosi E la Vita adlı restaurant…
Daha sonra firmanın ticari ruhsat adının Sevag Şahin olduğunu öğreniyoruz…
Cosi E La Vita Restaurant`ın, Türkçe dahil yabancı diller konuşan, genç, güler yüzlü ama rahat kız-erkek genç garsonları
Cosi E La Vita Restaurant`ın, Türkçe dahil yabancı diller konuşan, genç, güler yüzlü ama rahat kız-erkek genç garsonları Genç, güler yüzlü erkek-kız garsonlar (diyelim) ama rahat-rahat (İstanbul’un garson ritmi Avrupa’da çok bilinir, Rumlardan, onlar da Bizans’tan miras almışlardır bunu, alışmışız; bu ritimden yavaş garson gördük mü yadırgıyoruz) çalışırken, bir Lerna Hanım görüyorum…
Doğu Ermenice konuşan insanlara, hafif kırık ama doğru, Batı Ermenicesiyle derdini anlatmaya ve karşısındakileri de anlamaya çalışması, eğlenceliydi tabii… Acelem yok, devam et diye işaret ediyor, oturuyorum… Kahve içer, mola verirken, Berfin çiçekleri topluyorum adeta yaşam bahçesinden… Sonra, oturabiliyoruz bu koca gözlü, hanım ile…
Annesi, Türkiye Basın’ının (vesilesinden dolayı) maalesef yakından tanıdığı Ani Balıkçı (yan), okul öğretmeniymiş, babası kuyumcu. Klasik İstanbul Ermeni ailesi yani… Anne Sivas Kangal, baba tarafı Konya Ereğli’denmiş. Eğlenceli, mutlu bir aileymişler… Ani Balıkçı’nın öğretmen oluşu sayesinde, her şey tıkır-tıkır yürürmüş evde, saat gibi… Babası da öyle eve gelince, divana yayılanlardan değil, mutfakta, ailesine bir şeyler hazırlamanın heyecanını duyan bir Baba Garbis. Kız öğrencileri kelebeklere benzetildiğinden Papillon (Kelebek) denen, ama adı Fransız Pierre Loti olan liseye gitmiş… Fransızca İlk öğrendiği dil olmuş (bu okula 3 yaşında başlanılır); sonra Ermeni okulunda öğretmen annenin çocuğu nasıl olur da Ermenice bilmez diye laf etmişler… Hay Allah! Papillon’dan çıkıp Ermeni okuluna kaydolmuş... Anneannesi biliyor; özel ders de alıyor, evde Fransızca konuşuyorlar şakır-şakır… Bir süre sonra, artık yeter diyor, Fransızca faslı bitiyor, bıçak gibi...
Anarat Hığutyun ve Esayan Lisesi’nden mezun oluyor, Lütfü Kırdar’da çalışmaya başlıyor, organizasyon işlerinde... Bravo’da çalışıyor. Bankacı, Tekstil Yatırım’dan Şant ile evleniyor. Yer hostesi, başhostes, hosteslerden sorumlu müdür derken işini kuruyor… Baby shower, ev-okul partisi, kurumsal kokteyl derken… Sevag’ın haberi geliyor…
Hayatında ikinci kez bıçak gibi bir kesilen bir olay daha… Beş yıl hiçbir şey yapamıyor…
Yıllarca annesi, kocası, Tatavla (Kurtuluş)’dan, Kalkedoni (Kadıköy) Moda’ya taşınmaları için ısrar etmişler; istememiş, 2010’da gittikten sonra ise âşık olmuş… Der Saadet’in hala en az bozulmuş semtlerinden biri, diyor… Çocuğunu orada doğurmuş ama Sevag olayı olunca, Ermeni Cemaati’nde ‘kimlerin’, ‘ne ölçüde’, ‘ne kadar’ ve ‘ne’ olduğunu anlamış… Tatavla (Kurtuluş)’ta olsaymış, insanlar mecburen rastlayacakmış kendisiyle ama Moda’da olunca, rastlaşmaları için iradeleri gerekiyormuş; Esayan Lisesi’nden bile aramamışlar. Bir cemaat yetkilisi, şikâyetini duyunca, davet etmiş; ona da söylemiş Lerna: bakın size geldim ama bu normal değil, asıl siz evime gelecektiniz; açmış ağzını, yummuş gözünü…
Sözünü kesip, bir örnek veriyor, bağlıyorum: okula gitmemiş Rum vatandaşın evinde mutlaka Rumca konuşulur ama aynı konumdaki bir Ermenin evinde Ermenice çok zor… Bunun gibi, başınıza böyle bir şey gelince, yanınızda kimsenin bulunulmamasının da sebebi, Ermenistan dışındaki Ermenilerin, uluslaşma sürecini tamamlayamamış halk olmasındadır, diyorum. Boş ver diyor, gülüyor, acıyla… Moda’daki sokak satıcım, komşularım, esnafım, amcalar, teyzelerime selam yolluyorum diyor… Sivil toplumdan sahiplenmeler olunca; bazı Ermeniler çıkmış ama kurumsal olarak, kimse olmamış. Onlar için üzücü, diyor…
Bir terapi yolu seçmiş: Sevag`ı (her şeyiyle) yaşatmak...
Çoktandır düşünüyormuş… Bodrum değil, Alaçatı, Urla, Balıkesirvd mekânda yemek yeri açmak… Sevag yemek, salatalar yapar, yemeyi de severdi. Mamam veyayam (büyük anne), yemek konusunda rehberlerimdir. Babam tatlılar yapar; evimize damaklarını şenlendirmek için millet gelirdi ama onlar da kesildi birden… Evet bıçak gibi. Beş yıldan sonra çözümü bulmuştum; öldürmek mi istediler, öyle bir şey yapacaktım ki, ilelebet Sevag’ı yaşatacaktım … Mamamın dolması ve Yayamın pilavını, Sevag’ın sevdiği tatlıları yaparak mesela...
Tahmin ettiğim gibi, aynı sorumu sormuşlar ve sormaya devam ediyorlarmış hâlâ…
Neden başka yer değil de, Hayastan`a gelmek?
Hadi, verelim sazı Lerna’ya, çalsın bakalım kendisince…
(…) Hayastan’a gelmemiştim… Ermenistan ve kültürüyle (okul ortam hariç) yakın birisi değildim… Düşlediğim restaurantı İstanbul’da açabilirdim ama Sevag’ın olayından sonra, hele Odin (oğlu) doğunca, geleceği düşündüm, korktum, duramazdım… Amerika, Kanada, bir AB ülkesi olabilir miydi? Ama Sevag’dsn sonra, bilinçaltımız mı getirdi, bilemiyorum…
Kocam da ‘zamanı geldi’ deyip işten ayrılmış, neresi diye araştırırken, Hayastan’a geldi… Uçaktan inmiş vay be İtalya’ya benziyor, demiş, hakikaten öyle… Bir hafta kaldı, yeniden gitti Hayastan’a… Dönüşünde bir av alalım dedi… Ev almak? Hayastan? Bilinmeyendi benim için… Sevag’ın adını, sevdiklerini yaşatmak için İstanbul’da bir yer açabilirdim, Sevag diye bir café. Hayır… Kafamda çok şey değişti… Düşünüyorum, Hayastan’a gelme sebeplerinin başında Sevag, oğlum geliyor… Farkında olmadan terapiye soktunuz sanki...
Erivan havaalanından iner inmez duygularımı anlatamam… Ermenice yazıları karşımda görünce, o an duyduğum duyguları inanın, kelimelere dökemem... Burası bir başka dünya, bir başka gezegendi sanki… Hayatımda bana sürekli ‘Lena Ermenice konuş’ denirdi ve ben de - sanki inatla - konuşmazdım… Oğlu doğduğu günden beri, onunla bile pek Ermenice konuşmayan bir Lerna vardı… Esayan’da Garbis Horasancıyan diye öğretmenimiz vardı, bilirsiniz ‘uğğakrutyun’ dediğimiz ‘Ermenice imlâ dersi’ iyiydim. Buna rağmen teneffüste Ermenice konuşmuyorum diye ikide bir ‘1’ notu alırdım yani bir tür baskı… Buna tepkiydi galiba… Hiç unutmadığım bir başka şey… ‘Şaratrutyun’ yani kompozisyon dersi vardı… ‘Ailenizi anlatın’ diye bir konu. Çok güzel, oturdum, şevkle yazdım… Şöyle yazmıştım ‘Mer ındanikı hink hokiye gı pağgana’ yani ‘Ailemiz beş kişiden oluşuyor’ ve yazıyordum, güzelce. Sen misin bunu yazan? Lerna Balıkçıyan 1’ Çünkü ‘aile’ olarak, köpeğimizi de saymıştım; yahu ne güzel, çocuğun duygularına niye karışıyorsun, tercihlerine müdahale ediyorsun? Böyle bir Lerna vardı; Erivan havaalanına inerken ne olduysa oldu; vurulmuştum…
Sevag’ın sevdiği, dondurmanın içinden çikolata akan, İngiliz lavacake denilen keyk yani sufle; Ermenistan’da hiç bilmedikleri, Sevag’ın bayıldığı yayasının şehriyeli pilavı; tas kebabı, bohça patlıcanı; Hatay kısırı, kurutulmuş patlıcan dolması, Sevag’ın Süryani komşularına yaptırdığı içli köftesi ve daha nice sevdikleriyle… Kısacası, Batı Ermeni-Bizans mutfağı ile harmanlanmış Cosi Ela Vita’ya, çok ama çok farklı duygu ve nedenlerle gitmek gerekiyor… Lerna Balıkçı (yan) Özder: bugüne dek, içinizden gelen ama hiç kulak asmadığınız sese artık kulak verin, gelen ışığı lütfen görün; hele bir gelin Hayasdan’a diyor…
T24