27 Haziran 2016
Dört nesil bakırcılık yapan Kalaycı Ailesi’nin son ferdi Karekin Kaya Kalaycı, babasından öğrendiği mesleği halen sürdürüyor. Yalnız Türkiye’yle sınırlı kalmayan Kalaycı, Dubai, Katar, Bahreyn gibi ülkelerde de işlere imza atıyor. Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne, Çankaya Köşkü’ne ve Cumhurbaşkanı’nın İstanbul’daki köşküne yaptığı işlerle tanınan Karekin Kaya Kalaycı, şu sıralar baba mesleği bakırcılıktan farklı bir konuda çalışmalar yapıyor. Silikon türevi bir maddeyle balmumuna benzer portreler yapan Kalaycı’yla heykelleri üzerine konuştuk.
Kalaycı Ailesi dört nesil bakırcılıkla uğraşıyor. Sizin silikonla balmumu heykeli yapma merakınız nasıl başladı?
Bakırcılıkta silikon, dökümlerde kullanılır. Babam da zamanında büyük bir bakır ustasıydı. Babamın dükkânı, Beyazıt’taki bit pazarında bakırcı dükkânı olarak tek kalmıştı. Öyle ki, belediye, bit pazarının olduğu sokağın kaldırımlarını yenilerken, babamın anısına, dükkânın önündeki kaldırım taşlarını olduğu gibi bırakmış. Çünkü babam kaldırım taşlarını oymuş, orada misket oynarmış. Şu an dükkânın önündeki kaldırım, öyle duruyor.
Ben de dükkânı öyle bırakıp, Madame Tussaud gibi babamın bir heykelini yapayım, sanki halen orada çalışıyormuş gibi dursun düşüncesindeydim. Fakat çok pahalı geldi, 150 bin pound gibi bir fiyattan söz ediliyordu. Dolayısıyla bundan vazgeçtik. Bakırcı olarak portreler, insan, hayvan yüzleri, motifler yapıyordum. Bir arkadaşım, İtalya’dan kilosu 8500 avro olan silikon türevi bir madde bulmuş. Biz bazı alaşımlar yaparak bu maddeyle şekil vermeye başladık. Daha sonra renklendirmeler yaptık. Balmumunda olduğu gibi renklendirmeyi sonra değil, ilk başta yapıyoruz. Kullandığımız malzeme çok pahalı olduğu için yaptığımız her hatanın faturası bize çok ağır oluyor.
Babanızın portresini tamamladınız mı?
Henüz yapamadık. Babam bizim için bir antrenmandı. Şimdiye dek dört portre yaptık diyebilirim. Bunlardan ilki Mimar Sinan’dı. Henüz tamamlamasak da büyük ölçüde bitirdik. Bir diğeri de Kazaz Artin Amira’ydı. Şu anda Surp Pırgiç Hastanesi’ndeki Bedros Şirinoğlu Müzesi’nde sergileniyor. Sultan Reşat da tamamlandı, dükkânımda duruyor. Ancak en önemli eserimiz, Patrik Mutafyan.
İlk portremiz Mimar Sinan’dı. Kendisinin görseline ulaşmamız çok zordu, 80-90 yaşlarındaki halinin hayal meyal bir portresi bulunuyor, ondan ilham alarak bir şeyler yaptık. Bu örneği Bedros Şirinoğlu’na götürdüm, sağ olsun çok beğendi. Hemen Arsen Yarman’ı çağırdı, ona gösterdi, onun da hoşuna gitti. Yeni bir isim üzerine düşünürken Bedros Abi, hastanenin kurucusu Kazaz Artin Amira’yı önerdi. Kazaz Artin Amira’yı da kimse canlı görmediği için, kimsenin eleştirme şansı yok. Arsen Yarman’ın bana verdiği bir resmi üzerinden yaptık onu da. Kumkapı Kilisesi’nde mezarının üstündeki büst de, tablolarda yer alan yüz de Kazaz Artin’e ait değilmiş. Bizim büstte ve tablolarda gördüğümüz yüzün sahibi, Kazaz Artin Amira’nın yerine gidip poz veren bir tiyatro oyuncusuymuş.
Kazaz Artin’in heykelini Bedros Şirinoğlu Müzesi’ne taşırken, hastane görevlileri onu canlı sanarak ‘Amcanın nesi var?’ diye sordular. Ben de ‘Beli tutuldu, hareket edemiyor’ diye şaka yaptım. Müzede Kazaz Artin Amira’yı oturttuğumuz yerin yanında bir patrik sandalyesi vardı. Bunun üzerine Patrik Mutafyan’ı yapalım dendi. Çok duygulandım çünkü Mesrob Patrik’le bizim kişisel tanışıklığımız da var, kendisi kızımın isim babasıdır. Patrik teklif edilince hiç düşünmeden kabul ettim, fakat kendisi o kadar bilindik bir insan ki, yapacağım eser hiçbir hata, hiçbir yanlış kaldıramazdı. O yüzden Kazaz Artin Amira’nın heykeli üç ayda tamamlanırken, Mesrob Patrik’in heykelinin yapımı bir buçuk yıl sürdü.
Heykellerde ne gibi detaylar bulunuyor?
Kazaz Artin Amira’nın yapımının kısa süremesinin bir nedeni de, Patrik Mesrob gibi sakallarının olmaması. Heykellerdeki saç, sakal ve bıyıklar, gerçek insan kılı. Ne tür istiyorsanız ona göre satılıyor. Örneğin siyahsa siyah, bazen kırlaşmış, bazen de beyazı daha fazla. Bu elbette yaptığınız kişiye göre değişiyor. Onları seçtikten sonra, kıllar tek tek dikiliyor. Dikiş işleminden sonra kuaför geliyor ve gösterdiğiniz resimdeki gibi heykelin üzerindeki kılı traş ediyor. Patrik Mesrob’u yaparken başımıza bununla ilgili büyük bir aksilik geldi. Beş dakika kuaförün başında durmadım, sakalı kat kat kesti ve böylece ziyan oldu. Dolayısıyla kılları yeniden dikmek zorunda kaldık. Bu bile en az iki ayımıza mal oldu.
Öte yandan modelleme işi de bir hayli zor. Modellemede kişiyi önce saçsız, kaşsız, sakalsız, bıyıksız yani çıplak yaparak beyninizde canlandırıyorsunuz. Heykelin yapım aşamasındaki en önemli noktalardan biri de bu modelleme işi. Ondan sonraki aşamalarda, yani kalıbı bitirdikten sonra, silikon türevi bulduğumuz maddeyle şeklini veriyoruz. Bu maddeye silikon demek de yanlış olur çünkü silikonun ömrü iki yıl. Oysa bu heykeller, bıçakla kesilmediği, yani kasten zarar verilmediği müddetçe yüzlerce yıl hiçbir şey olmaz. Zaten başlı başına silikon kullandığınızda da şu an elde ettiğimiz sonucu alamayız, bazı alaşımlar yaparak bu maddeyi elde ediyoruz.
Diramayr Mari Mutafyan, Patrik Mesrob’un heykelini gördü mü?
Mimar Sinan bizim oyuncağımızdı, biz onu sanatsal bir eser olarak ele almadık. Bakalım nasıl oluyor dedik, bir deneme süreciydi aslında. Ama Patrik, zirve eserimiz. Birkaç kişiye fikrini almak için gösterdim ama şu an için ulu orta paylaşmadım, pek kimseye göstermedim. Patriğin annesi, Diramayr sağ olsun çok beğendi. Hatta Patrik’in çok sevdiği gözlüğünü verdi. Şu an heykelin üzerindeki kıyafetler, ayakkabısınadan çorabına her şey kendisine ait.
Patrikhane’yle herhangi bir görüşmeniz oldu mu?
Evet, Patrikhane’ye de ziyarette bulunduk. Mimar Sinan’ı yapınca Patrikhane’ye götürdük ve ‘Bakın biz böyle şeyler yapıyoruz, patriklerimizi de yapalım mı?’ diye sorduk. Fakat kolay değil, ciddi bir maddi gider söz konusu. Eğer masraflı bir iş olmasa ben kimseden para talep etmeden yapıp hediye etmek isterim ama ucuz bir iş değil.
Patrikhane maliyet sebebiyle çok sıcak bakmasa da beni Bedros Şirinoğlu’na yönlendirdi, ben de bunun üzerine Bedros Abi’yle görüştüm. Sağ olsun o da ilgilendi ve Patrik’in heykelini yaptık, bir tek asası kaldı. Ben yapmaya çalışıyorum ama kendi asası var, nasıl ki kıyafetleri var belki onu da verirler. Ben bunu evimde tutmayacağım sonuçta, bir müzede sergilenecek.
İleride kimlerin portresini yapmayı düşünüyorsunuz?
Henüz net bir isim olmasa da istediğim bazı kişiler var. Örneğin Gomidas’ın portresini yapmayı çok istiyorum. Gülbenkyan, Ormanyan Patrik, Şnorhk Patrik, Hrant Dink, bunları yapmayı kim istemez?
İhtiyacımız olan şey biraz destek sadece. Gerçi toplumun o kadar sorunu arasında böyle bir konu için destek istemek ne kadar doğru bilmiyorum ama sonuçta bu da başka bir şey... Bu da yabana atılacak bir şey değil çünkü bugün ertelemeyi, ileride yapmayı düşünürsek hiç yapamayabiliriz de, sonuçta daha ne kadar yaşayacağımız bile belli değil... Babama çok güzel bir şey yaptıracaktım, bir hastalığa yakalandı, iki çekiç vurdu, öyle kaldı...
Bu yüzden fon almak için başvurularda bulunabiliriz belki. Birileri ön ayak olursa, bize destek çıkarsa bu işin devamını getirebiliriz.
Hem bakırcılık hem heykel yapmak, zor oluyor mu?
Tabii ki her ikisini aynı anda yürütmek işlerimizi oldukça zorlaştırıyor. Fakat şunu söylemem gerekir ki, şu an asıl mesleğim olan bakırcılıkla ilgili büyük bir proje yok. Bir süredir işler rolantide gidiyor, hatta neredeyse durmuş durumda... Daha önce Four Seasons Bosphorus Hotel’de, W Hotel’de,
Raffles Hotel’de, İstanbul Atatürk Havaalanı’nın Şeref Salonu’nda işler yaptım. Bunların yanı sıra Katar’da, Bahreyn’de camiler yaptım. Şu anda böyle bir proje olmadığı için heykelleri yapabiliyoruz. Zaten elinde bakırcılıkla ilgili bir iş olursa başka bir işe yönelmen mümkün değil.
Agos