20 Haziran 2016
Almanya, aklı ve vicdanı öne çıkarıp, medeni bir şekilde Ermenilere yapılan mezalimin suç ortağı olduğunu kabul ederek doğru olanı yaptı. İttihat ve Terakki ile yaptığı suç ortaklığı nedeniyle özeleştiride bulundu, vicdanlıca sorumluluğunu üstlendi, akıllıca elini kolunu bağlayan prangaları attı, toplumunu ve siyasetini bu olay nedeniyle iyileştirme yoluna soktu. Almanya, geçmişinden gocunmadan bu zulme ortak olanlarla yolunu ayırmasını bildi,“onlar benim ecdadım” demeden objektif ve ilkesel bir tavır sergiledi ve özür dilemesini bilen bir kültüre sahip olduğunu da gösterdi. Almanya’nın bunu hangi siyasî saikle yaptığı hiç önemli değil. Aslında bunu Erdoğan ve Merkel birlikte yapabilirlerdi. Bu, Türkiye’yi güçlendirir ve itibarlı hale getirirdi. Oysa İttihat ve Terakki vandallığının zihniyet kodlarıyla yaşayan siyasetçi ve bürokrat erbabının beyanları hepimizi medeniyetten, akıl ve vicdandan uzak bir çapsızlığın ve kalitesizliğin içine gömdü.
Köşemin elverdiği ölçüde bu meseleyi bir süre analiz etmeye çalışacağım.
1915’te başlayan tehcirlerin koşulları daha önce yapılanlardan çok farklıydı. İki ay içindeki uygulamalar sadece Ermenileri değil, Doğu Anadolu’daki tüm Hıristiyanları kapsıyordu. Belirlenen yerler yaşanabilecek koşulları taşımadığı için bu tehcir yeniden iskan olunarak düşünülemezdi. Bu yerlere ulaşabilenlerin sayısı da azdı. Birçok kişi, doğdukları ve yaşadıkları yerleşim birimleri içinde ya da dışında hemen öldürülmüş, diğerleri yaya çıkarıldıkları yollarda ölmüş ya da öldürülmüştü. Öldürülenlerin çoğu erkekti. Kadın ve çocuklar güney çöllerine doğru sürülen kafilelerin en büyük bölümünü oluşturuyordu. Vilayet görevlileri yola çıkarılanlara yiyecek, su ve barınak sağlamak için hiçbir tedbir almamışlardı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın devşirdiği işsiz güçsüz çeteci takımından ve cezaevi hükümlülerinden oluşan gruplar kafilelere saldırıyordu. Bürokrat-yerel siyasetçi ittifakı gasp edilen malların bir bölümünü dahiliye nezaretine gönderirken, bir bölümünü zimmete geçiriyor, gidenlerin evlerine yerleşiliyordu. İngiliz sosyal tarihçi David Gaunt’un belirttiği gibi bu tehcirlerin amacı özgül bir nüfusu tamamen özgül bir alandan çıkarmaktı. Hızla yapılması istendiğinden gözdağı, şiddet ve zulüm unsuru artıyordu. Yeniden iskan gibi bir amaç taşınmadığından tehcir edilen nüfusun nereye gittiği ya da fiziken yaşayıp yaşayamayacağı, yönetimi de orduyu da ilgilendirmiyordu. Talat Paşa, yanılgı içinde son noktayı şöyle koyuyordu: “Artık Ermeni sorunu diye bir şey yok”.
Ermenilerin sahip olduğu yüksek derecedeki kültür ve uygarlık, onlara yapılan bu mezalimi dünyanın gözünde çok daha korkunç hale getirmişti. Arnold Toynbee, bunu şöyle belirtmekte: “Ermeniler bütün Amerika kıtasında beyaz adamın önünden çekilen Kızılderililer gibi vahşi değillerdi. Komşuları Kürtler gibi hayvancılıkla geçinen göçebeler de değillerdi. Onlar bizimle aynı hayatı yaşayan insanlar, kuşaklar boyunca şehirde yerleşmiş şehirliler ve yerel refahın başlıca mimarlarıydı. Onlar yerleşik bir halktı, doktor, avukat, öğretmen, işadamı, zanaatçı ve dükkân sahipleriydiler; akıl ve çalışmalarının sağlam anıtlarını dikmişlerdi. Pahalı kiliseler ve kökleşmiş okullar. Kadınları nazik, eğitilmişti, çünkü uygarlıkla yakın kişisel ilişkileri vardı.” Devam edeceğim.
Yarına Bakış