25 Nisan 2016
Türkiye ve Diaspora’dan bir grup Ermeni’nin katıldığı, geçen yıl 18-24 Nisan arasında yapılan bu yolculuk, gazeteci John Lubbock’un ‘100 Years Later’ (100 Yıl Sonra) adlı belgeseline konu oldu.
Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında düzenlenen anma etkinliklerinden biri, merkezi Londra’da bulunan Gomidas Enstitüsü’nün direktörü Ara Sarafian eşliğinde çıkılan, Bitlis’ten başlayıp Diyarbakır’da son bulan yolculuktu. Türkiye ve Diaspora’dan bir grup Ermeni’nin katıldığı, geçen yıl 18-24 Nisan arasında yapılan bu yolculuk, gazeteci John Lubbock’un ‘100 Years Later’ (100 Yıl Sonra) adlı belgeseline konu oldu. Yapım, İngiltere ve Amerika’da, aralarında New York Socially Relevant Film Festivali’nin de bulunduğu çeşitli organizasyonlarda ve üniversitelerde izlendi.
Lubbock’la Gomidas Enstitüsü, İnsan Hakları Derneği ve yerel yönetimlerin işbirliğiyle düzenlenen geziyi ve Türkiye’de gösterilmesi planlanan belgeselini konuştuk.
Ermeni Soykırımı’yla ilgili bir belgesel yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Ermeni Soykırımı’na dair ilk bildiklerimi babamdan öğrendim. Babam Avebury Lordu Eric Lubbock, İngiliz Parlamentosu’nun Ermeni Soykırımı’nı tanıması için 1980’lerden itibaren çaba göstermişti. Liberal Başbakan William Gladstone’un hayranıydı; Gladstone, 1896’da parlamentoda yaptığı bir konuşmada, Hamidiye katliamlarına karşı tavır almıştı. Babam, 1990’lı yıllarda Kürt halkının hakları için mücadele etti. Bu meseleye dair yazılarından dolayı, 1995-2005 yılları arasında Türkiye’ye girişi engellendi. AKP hükümetinin kararıyla bu yasak kalkınca, Ara Saraf-ian’la birlikte Soykırım tanıklıklarını içeren ‘Mavi Kitap’ı yayımlamak üzere Türkiye’ye gitti. Ben Sarafian’ı tanıdığımda 17 yaşındaydım.
Geçen yıl çıkılan, filminize konu olan yolculuk sizin üzerinizde nasıl bir etki bıraktı?
Geziye Ara Sarafian’ın daveti üzerine katıldım. Tüm yolculuğu tarafsız bir şekilde gözlemledim. Dolayısıyla, belgesele çok güçlü duygular katmamaya çalıştım. Benim için önemli olan aktarılan mirası tanımak ve onun nereden geldiğini bilmekti. Tarihi yerleri ve kilise kalıntılarını görmek, katliamların yapıldığı yerleri ziyaret etmek beni derinden etkiledi.
John Lubbock
John Lubbock
Tarihi bilmek ile bu kalıntıları görmek, tarihe tanıklık etmek arasında nasıl bir fark var?
Tarihi bilmek, bir olgu. Tarihin kalıntılarının var olduğu yerlerde bulunmak ise hakikatle yüzleşmeye eşdeğer. Bu deneyim sırasında yaşananların aslında geçmişte kalmadığını, hâlâ insanların hayatını şekillendirdiğini gördüm.
Belgeselde neden geziye katılanlardan ziyade, bölgede yaşayan insanların sesini duyuyoruz?
Filmde, Ermeni Diasporası’na, Kürt halkının sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun aracı ve katliamların faili değil, aynı zamanda kurbanı olduğunu göstermeyi hedefledim. Aynı zamanda, Ermeniliğe ve Türklüğe farklı açılardan bakmanın mümkün olduğunu anlatmak istedim. Özellikle Balkanlardan göç eden Türkler, Ermenilerle bir arada yaşamamışlar. Bu yüzden de devletin Ermenilerle ilgili propagandalarından etkilenmeye daha açıklar. Bu insanlara, Soykırım tanığı Ermenilerin çocuklarının ve torunlarının belleğinde katliamların hatırasının hâlâ canlı olduğunu anlatmak, tahrip edilmiş, yıkılmış kiliseleri göstermek istedim. Anadolu’da yaşayan ve hakikati bilen Kürtlerin, gizlenmek zorunda olan Ermenilerin sesini duyurmayı hedefledim. Sonuçta uzlaşma, tarihin hatırasını taşıyan insanları dinlemekle mümkün olacak. Ermeni Diasporası da uzlaşmanın bir parçası olmalı.
‘Bizler iki acılı ulusun evlatlarıyız’
‘100 Yıl Sonra’ adlı belgeselde, Ara Sarafian’ın Türkiyeli ve Diasporalı Ermenilerle birlikte çıktığı Bitlis, Mutki ve Diyarbakır’ı kapsayan anma yolculuğuna tanık oluyoruz. Sarafian, atalarının topraklarını ziyaret eden Diasporalı Ermenileri gözlemci olarak davet ettiğini, onlara, yaşananlara farklı bir perspektiften bakabileceklerini, aynı zamanda uzlaşma sürecine dahil olabileceklerini göstermek istediğini anlatıyor. Eski Ermeni yerleşim yerlerine, kilise kalıntılarına ve katliamların yaşandığı yerlere yapılan ziyaretlerde, atalarının topraklarına belki de ilk kez gelenlerin hissettikleri ekrana yansırken, bölgede yaşayanların anlattıkları ve tanıklıkları, acının ortak olduğunu gözler önüne seriyor.
Geçmişte Ermenilerin yaşadığı yerlerde, bugün yaygın olarak yapılan define avcılığı, belgesel aracılığıyla bir kez daha gözler önüne seriliyor. Papşin köyündeki, bugün ahır olarak kullanılan kiliseye yapılan ziyarette, define bulmak amacıyla yapılan kazıları görüyoruz. Bir sonraki durak Mutki’deki Aghperig Manastırı ve çevresini gezerken, gruba eşlik eden gazeteci Barzan Şerefhanoğlu şöyle özetliyor durumu: “Her yeri kazıyorlar. Bir haç gördüklerinde akıllarına altın düşüyor.” Manastırın bahçesindeki koca ağacın dibini işaret ediyor sonra: “Soruyorsun: ‘Neden ataların Ermenileri öldürdü?’ Cevaplıyor: ‘Sadece para için. Sabah devlet bize onları öldürün diye emir verdi. Akşam da evlerini, topraklarını paylaştık.’ Buraları kazanların çoğu iyi eğitim almışlar. Bu ziyaretten sonra da gelip, Ermenilerin bir definenin yerini gösterip göstermediklerini soracaklar.”
Belgeselde, kiliselere yapılan ziyaretlerin yanı sıra, yerel yönetimlerin işbirliğiyle düzenlenen panellerden dikkat çekici bölümler de yer bulmuş. Yolculuk öncesinde geziden beklentileri sorulduğunda, Sarafian “Bölgede yaşayanlar Ermenilere ne olduğunu söyleyecekler. Soykırım onların da tarihlerinin bir parçası. Onların hatıraları bizden de canlı” diyor. Bu sözler, Bitlis’te İsmail Beşikçi’nin konuşmacı olarak katıldığı panelde karşılığını buluyor. İzleyicilerden biri kalkıyor ve anlatmaya başlıyor: “O tam aşağıda Mutki köprüsünün bulunduğu bir yer vardır. İki ayaklı bir taş köprü. Bu köprüde Ermenilerin yüzde 80’inin, çoluk çocuk katledildiğini anlattı dedem. ‘Hâlâ tüylerim diken diken olur’ derdi. ‘Ermeniler yalvarıyorlardı. ‘İslam ve Muhammed’in hatırına, tek kurşunda beni öldür’. Buna rağmen diz kapaklarına sıkıldı’ derdi. Bizler, iki acılı ulusun evlatlarıyız.”
Yolculukta yapılan ziyaretlerin belki de en can alıcısı, Çüngüş’teki, ‘Düden’ diye bilinen kuyunun yanı. On bin Ermeni’nin katledildiği kuyunun başında toplananlar, öldürülenler için dualar okuyor. Soykırım’ı konuşurken, kurtaranları da anlatmanın öneminin altını çizen Sarafian’ın eşliğinde, merkezin kararlarına karşı çıkan ve Ermenileri katletmeyi reddeden Reşkotan aşiretinin reisi Mihemedê Mistê’nin mezarı ziyaret ediliyor.
Agos