04 Nisan 2016
Geçen yıl, bu toprakların sinema tarihi yüz yılı tamamladıktan sonra, Ermeni Soykırımı’nı konu alan ilk film çekilmişti. Fatih Akın’ın Kesik’i, 1915’in yüzüncü yılına yetiştirilmek istenen birkaç filmden biriydi ve sadece o yüzüncü yılda gösterime girebildi. Film dünyanın farklı kıtalarını dolaşarak kızlarını arayan bir babanın hikayesini anlatıyordu. Eksikleri bulunmuş, izleyenlere biraz kuru kuru gelmişti. Ama bir ilk filmdi, hem de Karadenizli bir ailenin Almanya’da büyümüş çocuğunun ellerinden. Yüz yıldır hesaplaşılamamış meselenin filmi değerlendirirken de patlamaması olanaksızdı, o yüzden estetik bir tartışmanın konusu olmaktan çok, ezberler ve ön yargılar dile getirildi. Filmin Ermeni kahramanlarını ölüme mahkum edenlerin Osmanlı devletinin, ordusunun yöneticileri olması kimi kesimlerde rahatsızlık yarattı.
Türklerin kötü adam olmadığı bu yeni film, Yitik Kuşlar, bu eleştirilerden kurtulur belki. Kültür Bakanlığının desteğiyle çekilen film, ailelerini parçalayan, köylerini insansız bırakan, toplumlarını yok eden felaketi iki küçük çocuğun gözünden anlatmaya çalışıyor. Dolayısıyla uzun politik tartışmalara, tahlillere, ülkede, bölgede olan bitene dair tarihsel detaylara girmiyor. Çocukların başına gelenleri hissetmeye çok uygun. Tabii aynı şey yaşadıklarının sebeplerine, sonuçlarına, geneline dair fikirler yürütmek için geçerli değil.Bedo ve Maryam, Anadolu’nun bir köyünde mutlu bir ailenin mutlu çocuklarıdır. Babaları askerdedir. Anne, dede ve nineleriyle büyük bir evde yaşarlar. Bir de kuşlarıyla. Paskalya kutlar, oyun oynarlar. Bayramları, kilise törenleri, dualarıyla inançlı insanlardır hepsi. Masumdurlar özellikle de, elbette en çok da çocuklar. Derken önce erkekleri götürmeye gelirler, dedeyi alırlar. Askerlerin evde bulduğu av tüfeği dışında, dedenin neden götürüldüğünü, nereye götürüldüğünü bilmeyiz, hiç öğrenmeyiz. Bir gün, Bedo ile Maryam kuşlarına bakmaktan eve döndüklerinde, evin dağıtılmış ve herkesin gitmiş olduğunu görürler. Bir süre evde kalır, sonra annelerini aramaya çıkarlar. Ayrı düşerler, Bedo’yu bulan askerler onu bir çiftliğe götürür. Maryam yetimhanede kalmaya başlar. Bir yandan onlar eve dönmeye, anneleri de çocuklarına ulaşmaya çalışır. Yetimhanede onlara yardımcı olan Mahmut, Ermenilere yardım eden Türk olarak önemli bir sembolik karakterdir. Sonunda hayatta kalanlar kavuşacak, diğerlerine ne olduğu yine açıklanmayacaktır. Küçük çocuklara da, seyirciye de.
Yitik Kuşlar, başından itibaren iki çocuğa odaklandığından, olayları onların gözüyle görmeye seyirciyi de alıştırıyor. Bedo ile Maryam’ın oynadığı prenses ile şövalye oyunundaki gibi masalsı bir anlatımı var. İkna edicilik pek bir mesele olmuyor o yüzden, çünkü seyircinin annesiz babasız kalmış iki çocuğun duygu dünyasına ikna olmasını bekliyor ve o bir masalla da mümkün. Bilen ve hassas olan seyirciyi de, resmi tarih dışında bir şey bilmeyen ve düşünmeyen seyirciyi de etkileyebilir böylece. Burada gerçekte şöyle mi olmuştu, böyle olabilir miydi gibi bir tartışmanın anlamı yok. Peşin itirazların, özellikle de Türkleri, Müslümanları, Osmanlı egemenlerini kırımdan sorumlu tutmasını istemeyen itirazların önünü böylece kapamayı deniyor. Bu elbette, konu tartışılmasın, savaşın olması, iki tarafın da acılar çekmesi gibi yuvarlak laflarla konu kapansın demek değil. Tersine, bu hikayeyle duygusal bir bağ kurmuş seyirciyle 1915’te neler olduğuna dair konuşmak için bir başlangıç fırsatı olabilir.
Bugün tanklarla şehirleri yıkanların hâlâ Ermeni sözünü hakaret niyetine kullanması, yüz yıl önce yaşanan felaketin adalet yüzü görmemesiyle yüz yıldır yaşanan kırım, yıkım ve adaletsizlik arasındaki bağlantıya işaret ediyor. Bu kadar büyük bir inkarın açığını kapamasını bir filmden beklemek haksızlık elbette. Sadece, bir yerden başlamadan olmayacak.
Evrensel