28 Mart 2016
Ermenice eğitimi almış bir Japon akademisyen Takayuki Yoşimura, Aram Haçaduryan ve Gomidas dinliyor. Öğrencilerine Hovhannes Tumanyan’ı anlatıyor. Hayalinin, bir gün Baruyr Sevag’ın şiirlerini “tüm derinliğiyle” kavrayabilmek olduğunu söylüyor.
Ermenice eğitimi almış bir Japon akademisyenin Agos’a ziyarete geleceğini duyduğum an ile kendisiyle söyleşiyi Ermenice yapacağımı kavradığım an arasında geçen birkaç dakika içinde hissettiğim tek şey, şaşkınlıktı. Bu dili neden ve nerede öğrenmişti? Acaba bir Ermeni’yle mi evliydi? Dili ne kadar konuşabiliyordu? Merak ettiklerim aklımda peş peşe sıralanırken, Takayuki Yoşimura çıkageldi, “Parev, vonts ek?” (Merhaba, nasılsınız?) diyerek beni selamladı.
Bu ülkede yaşayan bizler, şanslıysak ilk olarak anadilimizi, sokağa adım attığımızda ise çoğunluğun dili olan Türkçeyi öğreniriz. İngilizce dünyayla iletişim dilimizdir, onu da öğreniriz. Sonra sıra gelir başka maceralara; ilgi duyduğumuz veya uzmanlaştığımız alanlara göre farklı alfabeleri, dilleri keşfe çıkarız. Herkes her dile ilgi duyabilir. Ama dünya üzerinde Ermenice öğrenmek için Tokyo’dan kalkıp Yerevan’a giden, iki yıl orada kalıp memleketine döndükten sonra Japonlara Ermenice öğretmeyi meslek edinen kaç Japon vardır?
Yoşimura, Aram Haçaduryan ve Gomidas dinliyor. Öğrencilerine Hovhannes Tumanyan’ı anlatıyor. Hayalinin, bir gün Baruyr Sevag’ın şiirlerini “tüm derinliğiyle” kavrayabilmek olduğunu söylüyor. Ermenistan’ı köşe bucak dolaşmış, Japon turistler ve öğrencileri için Japonca bir Ermenistan rehberi hazırlamış. “Japonlara Ermenilerin tarihini anlatmak, iki halk arasındaki bağı kuvvetlendirmek istiyorum” diyor.
‘Dil bilmek şart’
Bir müzisyenle söyleşiye “Neden müzik?” diye başlamak hoş değil elbette, ama Yoşimura’ya sorduğum ilk soru ancak “Neden Ermenice?” olabilirdi.
Öğrencilik yıllarıyla başlıyor anlatmaya: “Üniversitede Tarih bölümünde okuyordum. Sovyet Rusya üzerine çalışırken Rusça öğrendim. 1988’de Karabağ sorunu uluslararası basına yansıyana kadar, Ermenistan’ın nerede olduğunu bile bilmiyordum. Karabağ meselesi, beni Sovyetler Birliği’ndeki ulusal azınlıklara ve onların sorunlarına yöneltti. 1996’da Yerevan’ı turist olarak ziyaret ettim. Tokyo’ya döndükten sonra araştırma konumu belirlemem gerekiyordu. Diasporalı Ermenilerin İkinci Dünya Savaşı sonrası Ermenistan’a dönüşü üzerine çalışmaya karar verdim. Ermeniceyi öğrenme isteğimin temel nedenlerinden biri bu oldu.”
Ancak bu ilginin evveli de var. Yoşimura’nın hayatına önce Ermenice müzik girmiş, ardından Ermenice: “Sovyetler Birliği’nin geleneksel müziklerini çok seviyordum. Daha öğrencilik yıllarımda Aram Haçaduryan dinlemeye başladım. Ermenice müziğe âşık oldum. Sonra Gomidas girdi hayatıma. Bir halkın tarihini ve kültürünü öğrenmek istiyorsanız, o halkın dilini bilmeniz şart. Tokyo’da, Rusça yazılmış bir Ermenice ders kitabı edindim. Alfabeyi kendi kendime öğrendim. Japonya’da yaklaşık 50 Ermenistanlı yaşıyor. Benim Ermenice öğrenmeye başladığım yıllarda bu sayı beşi geçmiyordu. Şansım, arkadaşımın Ermenistanlı eşi Melani oldu. Birbirimizi “Parev” diye selamlamaya başladık. Onunla çalıştım bir süre. 2001’de ise Yerevan Devlet Üniversitesi’ne dil eğitimi almaya ve araştırmam için kaynak toplamaya gittim.”
“Aileniz Ermeniceye olan merakınız için ne diyor?” diye soruyorum. Gülümseyerek, “Önce çok şaşırdılar, anlamadılar, şimdi kabullendiler” diyor.
“Yerevan sokaklarında beni durdurup soruyorlardı, ‘Nereden geliyorsun? Burada ne yapıyorsun?’ diye. Ermenistanlıların çok konuşkan olması işimi kolaylaştırdı; konuştukça dilim açıldı.”
Yerevan yıllarına dönüyoruz birlikte: “Japonya’da kendi başına Ermenice öğrenmek başka, Ermenistan’da insanlarla iletişim kurmak başka. Başlarda, Ermenistanlıların ne dediğini anlamıyordum. Beni en çok zorlayan, bazı seslerin telaffuzu oldu. Örneğin ‘t’ harfi ‘d’ diye okunuyordu. Dili Batı Ermenicesi okunuşuyla öğrenmiştim, Doğu Ermenicesinin söyleyişine alışmam zaman aldı. Yerevan sokaklarında beni durdurup soruyorlardı, ‘Nereden geliyorsun? Burada ne yapıyorsun?’ diye. Ermenistanlıların çok konuşkan olması işimi kolaylaştırdı; konuştukça dilim açıldı. Orada yaşayanların konuştuğu dilde arkadaşlıklar kurunca, yabancılığı da üstümden attım.”
Eçmiadzin, Noravank, Khor Virab derken, Yerevan’ın yanı sıra Ermenistan’ın birçok şehrini de ziyaret eden akademisyene, onu en çok etkileyenin ne olduğunu soruyorum. “Opera binası” diyor, “Orada konser dinlemek bir ayrıcalık. Yerevan’da çok güzel bir kültür-sanat ortamı var. Vakit buldukça müzeleri geziyor, tiyatroya gidiyordum. Ermenice müziğin hayatımda bambaşka bir yeri oldu hep. Gomidas’ın birkaç eseri bilinir bizim oralarda. Hayatını, başına gelenleri ise Yerevan’da öğrendim.”
‘Sözdizimleri aynı’
Sohbetimiz sırasında, eşi Japon olan ve Tokyo’ya yerleşen Ermeni arkadaşlarım geliyor aklıma. Birkaç yıl önce gazetemizde hikâyesine yer verdiğimiz, babası Ermeni, annesi Japon olan Tokyolu Hrant’ı hatırlıyorum. İki halk arasındaki çekim kuvvetinin sırrı zihnimi kurcalarken, Yoşimura, Japonlar için Ermenice öğrenmenin İngilizceyi öğrenmekten daha kolay olduğunu söyleyerek beni bir kez daha şaşırtıyor: “İki yıl Yerevan Devlet Üniversitesi’nde eğitim aldıktan sonra Japonya’ya döndüm ve Tokyo Üniversitesi’nde öğrencilere Ermenice öğretmeye başladım. On yıldır bu işe devam ediyorum. Asya ve Afrika Dilleri ve Kültürleri Enstitüsü’nde okuyan öğrenciler farklı dillere çok meraklı. Japonlar için birçok yabancı dili öğrenmek zor olsa da, Japonca ve Ermenicenin sözdiziminin aynı, kelime eklerinin ve çekimlerinin birbirine benzer olması işi kolaylaştırıyor.”
Kâğıda, “Masanın üstünde kitap var” cümlesini iki dilde yazarak açıklamaya çalışıyor:
Japonca: Tsukue-no ueni hon-ga aru.
Ermenice: Seğan-i vra kirk ga.
“Kelimelerin sırası yüzde yüz aynı, ekler benzer, İngilizce ise tamamen farklı bir yapıya sahip. Dilbilgisi açısından Ermeniceyi anlamak daha kolay” diye ekliyor.
‘Takayuki, sen misin?’
Tokyo Üniversitesi’nin, bir yıllık başlangıç seviyesinde Ermenice eğitimi kapsayan programına her yıl ortalama sekiz öğrenci kaydoluyormuş. Öğretmenlerinin izini takip edip, Yerevan’da eğitimine devam edenler de olmuş. Yoşimura ise neredeyse her sene Ermenistan’ın yolunu tutuyor: “Tokyo’da Ermenice öğretmek için kaynak az, konular kısıtlı. Yerevan’a gidip yeni kitaplar topluyorum. Derste sadece alfabeyi ve konuşmayı öğretmiyorum; Ermeni tarihini ve kültürünü de anlatıyorum. Vahan Teryan’dan, Hovhannes Tumanyan’dan söz ediyorum. Dili iyi anlamak için kültürel bilgi şart. Kendim içinse, yaşam öyküsünden çok etkilendiğim Baruyr Sevag’ın şiirlerini bir gün tüm derinliğiyle anlayabilmeyi diliyorum.”
Yerevan’da vaktinin büyük kısmını ulusal kütüphanede geçiriyor: “Oraya hep aynı insanlar gelip gidiyor, dolayısıyla birçok arkadaş edindim. Facebook sayesinde, Yerevan’da aynı sınıfta okuduğum arkadaşlarımı da buldum. Yerevan küçük bir şehir. Bir gün sokakta yürürken biri durdurdu, ‘Takayuki, sen misin, beni hatırladın mı?’ diye sordu. Çıkaramadım başta. Sanırım yıllar önce kısa bir tanışıklığımız olmuştu. Şimdi çok sayıda Çinli, Koreli veya Japon ziyaret ediyor olabilir Yerevan’ı, ama benim öğrencilik yıllarımda, sokakta yalnızca birkaç Asyalı görebilirdiniz.”
Yerevan’ın değişimi hakkındaki düşüncelerini soruyorum. “Binalar, yollar bahçeler yapılıyor. Ancak sanırım bunların çoğu, özellikle Diasporalıların faydalanması için. Şehir iyileşiyor ama toplum yaralı. İşsizlik, insanları Rusya’da veya başka ülkelerde yaşamaya zorluyor. Ermenistan’ın nüfusu azalıyor” diye hayıflanıyor.
Ermeni kültürü haftası
Yoşimura, 2010 yılında Japonya’da açılan Ermenistan Büyükelçiliği’nin etkinliklerini de yakından takip ediyormuş. Surp Dzınunt, Surp Zadig gibi bayram kutlamalarına katılmanın yanı sıra, geçen yıl Tokyo’da düzenlenen Ermeni Kültürü Haftası’nda kiliseler ve haçkarların tanıtımı için broşür hazırlamış: “Bu yıl, kültür haftası Surp Zadig’de yapılıyor. 22-27 Mart arasında, Ermeni tarihine ilişkin konuşmalar, Ermeni geleneksel ve çağdaş müziği konserleri olacak, Sergei Parajanov’un hayatı ve işleri tanıtılacak. Hayranı olduğum Araks Mansourian’ın konserini de heyecanla bekliyorum.”
Yoşimura, Hrant Dink’in 2001 yılında kendisiyle yaptığı söyleşiyi de anımsıyor konuşmamızda: “Baron Hrant bana, ‘Türkçe konuşan birkaç Japon gördüm ama daha önce Ermenice konuşan bir Japon’la tanışmamıştım’ demişti.” Bu görüşmenin, en kıymetli anılarından biri olduğunu söylüyor.
Bu şaşırtıcı hikâyenin kahramanı, hayallerini şöyle ifade ediyor: “Uzun yıllar, Japonya ve Ortadoğu arasında diplomatik ilişkiler zayıftı. Ermeni halkını, Ermenistan’ı Japonyalılara tanıtmak istiyorum. İki halkın iletişimine, birbirini tanımasına bir katkım olabilirse, ne mutlu bana. ”
‘Hayrenik’in izinde
Araştırma konusu olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Diaspora’dan Ermenistan’a göçün nedenlerini seçen Yoşimura, işini hakkıyla yapabilmek için Lübnan’dan Fransa’ya, Amerika’dan Arjantine’e yolculuk etmiş, orada yaşayan Ermenilerle mülakatlar yapmış, arşivlerde çalışmış: “1915’te soykırımdan kurtulanlardan Sovyet Ermenistanı’na kaçanlar vardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok yer değiştirme yaşandı. İran’dan Ermenistan’a göç eden Ermeniler oldu. Ermenistan’a göç kararının verilmesinde Sovyet propagandasının etkisi neydi? Toplum neden göç etti? Gezdiğim ülkelerde bu soruların peşine düştüm. ‘Hayrenik’ (anavatan) dediler. Ama esas anavatan, bu insanların çoğunluğunun köklerinin uzandığı Türkiye değil miydi?”
Yoşimura, bu soruların yanıtını Anadolu’da da aramış: “Tarihi öğrendikçe Batı Ermenistan’a olan merakım da artıyordu. Geçmişteki Ermeni dünyasını görmek amacıyla tek başıma çıktım yola; Sivas’tan Erzurum’a, Diyarbakır’dan Bitlis’e, Kars’tan Van’a gittim. Kiliselerin kalıntıları arasında gezindim. Ermeniler yoktu ama izleri her yerdeydi. Kars’ta birinden ‘Kişer pari’ (iyi geceler) cümlesini duydum. Tarihi Batı Ermenistan’ın coğrafyası bugünkü Ermenistan’ın coğrafyasına çok benziyor; kültürler de birbirine çok yakın. Bu nedenle sınırı geçtiğimi hissetmedim. Diyarbakır sokaklarında Arapça, Kürtçe, Türkçe duydum. Japonya’da nüfusun yüzde doksanı Japon, herkes Japonca konuşur. Gezdiğim şehirlerde birçok dilin bir arada var olması beni çok etkiledi.”
Agos