01 Mart 2016
Dr. Ömer ULUÇAY
Prof.Dr. Hasan Tunç[8], Uluslar Arası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu Ve Türkiye başlıklı kapsamlı çalışmasında, azınlıklar ve Türkiyede ki durumu-uygulama konusunda açıklamalar yapmaktadır. Bu çalışmadan bazı kısımlar özetlendi ve arada alıntılandı. Böylece İnsan Hakları ekseninde Azınlık-etnisite konusu, hakları ve idealleri ile Türkiyede ki durumu kavramak mümkün olacaktır:
Azınlıklar, onları ekseriyet/egemen olan toplumdan ayıran kimlik özelliklerine göre tasnif edilmektedirler. Dinsel azınlıklar, dilsel azınlıklar, etnik azınlıklar ve ulusal azınlıklar. Dinsel azınlık en eski azınlık grubudur ve özellikle Protestan-Katolik çatışmasında Protestanların ayrı bir dinsel grup olarak kabul edilmesi sonuçlandı. Dilsel azınlıklarda, çoğunluk dilinin-diyalekti azınlık dili olarak kabul edilememektedir.
Etnik azınlık ise, ortak bir kökeni paylaşan, çeşitli kültürel, tarihsel ve coğrafi bağlardan oluşan kimliklerin özelliklerine sahip, belirli bir siyasal niteliği bulunmayan gruplardır.
Etnisite sadece soyla ilişkili olmayıp; dil, din ve kültürel farklılaşma özelliklerinden oluşur. Etnisite, giderek azınlık ile eşanlamlı olmaktadır.
Azınlık Hakları ve Ödevleri: Uluslararası belgelerde azınlık, üç temel hakka sahip görülmektedir.
1-Yaşama-var olma hakkı, yani soykırıma, etnik temizliğe uğratılmamalarını ifade eder.
2-Eşit ve ayırıma tabi olmamak hakkı: eşitlik ve ayrım gözetilmemesi hakkıdır. Bu hak da esasen insan hakları belgelerinde yer almaktadır.
3-Azınlık kimliğinin tanınması ve kimlik unsurlarının yaşatılması, geliştirilmesi hakkıdır.
Devletler, azınlık haklarının kullanımında olumsuz müdahalelerden kaçınmanın yanı sıra, tüm bu hakların kullanılmasını kolaylaştıracak gerekli önlemleri almakla, hatta bu hakların kullanımını destekleyerek teşvik etmekle de yükümlüdürler. Gelinen aşamada, devletler edilgen tutum yerine aktif rol oynamak durumundadır.
*
Seha L.Meray[9], Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeleri’nde; Lord Curzon’un, 9 Ocak 1922 günü Lozan’da yapılan görüşmelerin bir oturumunda, Azınlıklar konusunda şunları söylediğini bildirmektedir:
"Alt Komisyon önce, bütün etnik azınlıkların, başka bir deyişle, Müslüman olmayan azınlıklar gibi, Müslüman azınlıkların da –örneğin Kürtlerin, Çerkezlerin ve Arapların- tasarıdaki koruma tedbirlerinden yararlanmalarında direnmişti. Türk Temsilci Heyeti, bu azınlıkların korunmaya ihtiyaçları olmadığını ve Türk yönetimi altında bulunmaktan tamamıyla memnun olduklarını söylemiştir. Durumun gerçekten böyle olduğunu ummak isterim. Ne olursa olsun, Alt Komisyon, bu inandırıcı sözler üzerine, koruma tedbirlerini, yalnız Müslüman olmayan azınlıklarla sınırlamayı kabul etmiştir."
Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa, Lord Curzon`un bu sözleri üzerine şu cevabı verdi[10]:
“Türkiye`de hiçbir Müslüman azınlık yoktur. Çünkü kuramsal yönden olduğu kadar, uygulamada da, Müslüman nüfusun çeşitli unsurları arasında hiçbir ayırım gözetilmemektedir."
“Ve böylece, Antlaşma tasarısında, "azınlıklar" terimi yerine, "Müslüman olmayan azınlıklar" yazıldı.
Lozan Antlaşması(1923) gayr-ı Müslimlerin azınlık sayılması esası üzerine inşa edildi. Bunun dışında her Türk vatandaşı azınlık değil, aksine çoğunluğun eşit bir parçası olarak ele alınmıştır.
Türkiye’nin azınlık haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerdeki durumu[11]:
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi: Onaylamıştır.
BM Irk Ayrımcılığının Bütün Biçimleriyle Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme: Onaylamıştır.
BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi: Onaylamıştır.
BM KSHS: Onaylamıştır.
Çocuk Hakları Sözleşmesi: Onaylamıştır.
Kadınlara Karşı Ayrımcılığının Bütün Biçimleriyle Ortadan
Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme: Onaylamıştır.
AGİT Belgeleri: Tamamını onaylamıştır.
AK Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesi: Onaylamamıştır.
AK Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı: Onaylamamıştır.
AİHS’nin 12 No.lu Ek Protokolü: Onaylamamıştır.
Aşağıdaki ifadeler; siyasette “tek millet, tek devlet” anlayışının hukuki altyapısını oluşturmaktadır:
“Türkiye’de Türk Ulusu dışında başka ulusların varlığının hukuken kabulünün, egemenliğin bölünmesi anlamına geleceği ve bunun da Anayasada benimsenen tekçi devlet yapısını ortadan kaldıracağı görüşü, Anayasa Mahkemesi ile beraber Türk hukuk dünyasının genel olarak benimsediği bir görüştür.
“Ulusal bütünlüğün ötesinde bir topluluğun dilinin ayrı olduğundan söz etmek, Anayasa Mahkemesine göre bölücülüktür. Ayrı dil kullanmaya da alt kültürlere yer verdiğinden, tek ulusun kültürü olan Türk kültürünü geride bırakmakta ve ulusal birliği tehlikeye atmaktadır. Türk Anayasa Mahkemesine göre, yerel dillerin resmi dil yerine ortak iletişim ve çağdaş eğitim aracı olarak tanınması mümkün değildir. Belirli bir büyüklükte olan ülkelerde farklı kökenden gelen insanlar olabilir. Çok kültürlülük anlayışı çerçevesinde bunların hepsine azınlık statüsü tanımak, ülke ve millet bütünlüğü kavramı ile bağdaşmaz. Öte yandan, ayrımcılığa yönelik kültürel kimliğin tanınması istemleri zamanla bütünden kopma eğilimine girebilir ve bölücülük gerçekleşebilir”[12].
Bu görüşlerin BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile daha sonra ilan edilen çok sayıdaki İnsan Haklarına muhalif olduğu ve AB üyeliği için bunlara uyum yapacak şekilde Türkiye’den yol-temizliği, mevzuat düzenlemesi istendiği bilinmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, “muasır medeniyet seviyesine” çıkacak takat ve kabiliyettedir.
Adana Medya