11 Ocak 2016
Arjantinli film eleştirmeni ve aktör Jack Boghossian, ‘Cinemateca Armenia’ projesiyle Latin Amerika’ya Ermeni sinemasını tanıtan isimlerin başında geliyor. 13 yıl önce başlattığı projeyle, Montevideo, Buenos Aires, Cordoba da dahil olmak üzere, birçok şehirde, her ay farklı dönemden bir Ermeni filmini sinemaseverlerle buluşturuyor. Ermenistan’da düzenlenen Altın Kayısı Film Festivali,‘ReAnimania Animasyon ve Çizgi Roman Festivali gibi uluslararası organizasyonlarda jüri üyeliği yapan Boghossian’la Ermeni sinemasını konuştuk.
‘Cinemateca Armenia’yı neden ve nasıl kurdunuz?
Yıllar önce Buenos Aires’te, Altın Kayısı Film Festivali’nin kurucuları Susanna Harutyunyan ve Harutyun Haçatryan’la tanışmıştım. Bir aktör olarak, o dönemde Arjantin’de Ermeni sinemasının belirgin bir yeri olmadığını fark ettim. O günden itibaren, Ermeni sineması üzerine çalışmayı ve onu yaşadığım ülkeye tanıtmayı görev edindim. Parajanov, Hamo Beknazarian gibi tanınmış yönetmenlerin dışında bu konuda çok bilgi sahibi değildim. Ermenistan sinemasının Sovyet etkileri taşıdığı, uzun ve sıkıcı olduğu yönünde genel bir yargı vardı. Bunun üzerine aylık sergiler, paneller düzenleyerek Arjantin’de, Uruguay’da çeşitli film festivallerinde Ermeni sinemasını tanıtmaya başladım. Geçen yıl Uruguay’da film festivali bile yaptık. Bu çok önemli bir adımdı.
Yoğun bir Ermeni nüfusunun yaşadığı Latin Amerika’da, Ermeni sinemasına ilgi nasıl?
Buradaki izleyicileri Ermeniler ve diğerleri diye ikiye ayırabiliriz. Diasporalı Ermeniler genel olarak ya komedi ya da soykırım filmi görmek istiyor, bir kısmı ise dram izlemeyi seviyor. Ermeni olmayanların, gösterdiğimiz filmlere ilgisi yüksek. Öte yandan, ticari dağıtım olmadan, sinemayı tanıtmak çok güç. Örneğin, Arjantin’de bir sinemada, 59 adet Amerikan filminin yanında yalnızca bir adet Arjantin filmi vizyona girebiliyor. Buna karşı mücadele etmek gerek.
Soykırımın 100. yılında sinema alanındaki üretimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Diasporada, sinema alanında üretim geç başladı. İnsanlar kendi topraklarından kovulmuşlardı. Öncelikle, bilmedikleri bir ülkede ev kurmak, aş bulmak, hayatı yeniden inşa etmek zorundalardı. Yanyana gelip komşuluk yaparak küçük toplumlar oluşturdular. Daha sonra, okullar, kiliseler, enstitüler kurdular. Film yapmaya vakit olmadı. Ermenistan’da ise 1960’lara kadar soykırım hakkında konuşmak yasaktı. Rouben Mamoulian, Hollywood’un en iyi yönetmenlerinden biriydi ama soykırımla ilgili film yapmayı denemedi bile. 1919’da, Amerika’da, soykırımdan kaçıp kurtulan Arşaluys (Aurora) Mardiganian’ın yaşadıklarını anlattığı ‘Ravished Armenia’ (Irzına Geçilen Ermenistan) adlı kitabının filmi çekildi. Bir yandan trajedi devam ederken, bir yandan da bu büyük trajedinin filmi çekiliyordu. 100 yıl boyunca yaşanan acıları anlatmaya çalışan bir sürü insan oldu. Belki bazı yerlerde yanlışlar yapıldı, eksik kalındı. Şimdi diaspora toplumları daha açık konuşabiliyor. Son yıllarda bu alanda çekilen en etkili film, Carla Garapedian’ın yönettiği, Serj Tankian’ın da yer aldığı, ‘Screamers’ (Çığlık Atanlar) adlı belgesel oldu. Garapedian, özellikle gençlere hitap eden bu belgeselle, bilinen kuralları yıktı. Ermeniler tarihi biliyor. Bilmeyenlere anlatmalıyız. Bir kere gösterilecek filmler değil, geniş kitlelere ulaşacak filmler yapmalıyız.
Sinemada katliamı anlatmak nasıl mümkün olabilir?
Sanatta bir hikâyeyi anlatmak için yaratıcılık gerek. Her şeyi olduğu gibi anlatmak tarihçilerin işi. Sinema, tarihe farklı açılardan yaklaşmak için iyi bir araç. Örneğin Robert Guédiguian, son filmi ‘Une Historie de Fou’da (Bir Deli Hikâyesi) bir İspanyol romanından yola çıktı. Film, Soğomon Tehliryan’ın hikâyesiyle başlıyor ve evrensel bir dil yakalıyor. Guédiguian katliamı ve sürgünü göstermiyor, kendi dilini yaratarak dönemi anlatıyor.
Bugün, Ermenistan sinemasının en büyük problemi nedir sizce?
Ermenistan’da film yapmak pahalı. Daha doğrusu sinemayı destekleyen çok kurum yok. Diaspora’da bütçe bulmak daha kolay. Öte yandan, Rusya sineması ve tiyatrosunun oyunculuk üzerindeki olumsuz etkileri devam ediyor. Ermenistan sinemasında genel olarak abartılı bir oyunculuk var. Sinemanın sessiz çekildiği yıllarda bu kabul edilebilir ve gerekliydi, ancak teknik artık değişmeli. Aktör, senaryoya can verendir; dolayısıyl,a abartılı oyunculuk hikâyeyi de abartılı kılıyor.
‘Yerevan’a gittiğimde değişim geçirdim’
Ermeni okuluna gitmedim. Evde Ermenice konuşulmazdı. Türkçe ilk dilimizdi, anneannemin iletişim kurabildiği dildi. Ben Ermeniceyi çok sonra öğrendim. Pazar günleri herkes bir araya toplanıp iskambil oynardı. Hiç politika konuşulmazdı. Dedemi ve ninemi hep düşünürken hatırlıyorum. Sohbet ederken sık sık düşüncelere dalarlardı. Anneannem bir defasında yalnızlığı şöyle tanımlamıştı: Yedi yaşında annen ve abinin cesedinin yanı başında, çölün ortasında kalmak. Ailesinden, Soykırım’dan tek kurtulan oydu. Anne tarafım Lübnan’dan, baba tarafım ise Marsilya’dan Uruguay’a gelmişler. Bugün Uruguay’da yaklaşık 20 bin Ermeni yaşıyor. İki tane okulumuz ve kilisemiz var. Birkaç organizasyon ve gazete var. Kimliği nasıl tanımlarsın bilmiyorum, ama Ermenice konuşmadığım, Ermeni okuluna gitmediğim halde tüm alışkanlıklarımla Ermeni’ydim. Yerevan’a geldiğimde bir değişim geçirdim. Benim için Ermeni olmak, sinema aracılığıyla Ermenistan için çalışmak oldu.
Agos