28 Aralık 2015
2015, 1915 Ermeni Soykırımı’nın 100. Yılı olması açısından hayli önemliydi. Aylar, yıllar öncesinden hazırlıklar yapıldı ve deyim yerindeyse herkes nefesini tutup olacakları beklemeye başladı. Neler olup bittiğini yıl boyunca sayfamıza yansıttık, ancak yıl biterken şöyle bir soru aklımızı kurcaladı: “1915 ile yüzleşme açısından 2015 nasıl geçmişti?” ve “Türkiye Ermeni toplumu, fikir ve etkinlik üretme açısından neler yapabilmişti?” Bu iki soruya yanıt aramak için bu konularda faaliyet gösterenlerin, fikir üretenlerin kapısını çaldık; bununla da yetinmedik, Ermenistan’dan da görüşler aldık. 2015’te önemli aşamalar kaydedildiği konusunda çoğunluk mutabık, ancak belli ki daha katedilecek çok yol var.
BARUYR KUYUMCİYAN-VARTAN ESTUKYAN-ALİN OZİNİAN
‘Türkiye’de Ermenilerin yeri var mı?’ sorusu önümüzde duruyor
Episkopos Sahak Maşalyan - Ermeni Patrikhanesi Kiliselerarası Diyalog Sorumlusu
Türkiye Ermeni toplumu açısından en olumlu kısım, 100. yılın barış içinde geçmesi. Bir kışkırtma, terör eylemi veya olumsuz tepki ile karşılaşmadık. 1915, dünya medyasında da ulusal medyada da çok fazla yer buldu ve endişe ettiğimiz gibi bizlere yönelik şiddet anlamında bir geri dönüşü olmadı. Bunda, bazı kesimlerin eleştirisine maruz kalsa da Kilise’nin tavrı etkili oldu. Çünkü taziyeleri, 24 Nisan Ayini’nde devletin bir bakanının bizimle olmasını ve okunan mesajları, hükümetin olumlu bir yaklaşımı olarak değerlendirdik. Karşılığında Patrikhane’den de sağduyulu açıklamalar yapıldı. Ayrıca, Türkiye gündemi o kadar karışıktı ki, 1915’te yaşananlar bizim için ne kadar önemli olsa da Türkiye gündeminde üçüncü hatta dördüncü sırada kaldı. İki büyük seçim, Güneydoğu’da yaşananlar, Ortadoğu’daki gelişmeler, 100. yılda 1915’le yüzleşmenin önüne geçti. Öte yandan kamuoyunda, “1915’te yaşananalar soykırımdır” veya “Evet, 1915’te Ermenilerin başına bir şeyler geldi” diyenlerin sayısı çoğaldı. Bilinçlenen kesim, yani o çember giderek genişledi ve genişlemeye devam ediyor. “Böyle bir şey olmamıştır” noktasından, “Bir şeyler olmuştur, bir trajedi yaşanmıştır, fakat bunun adı soykırım değildir” noktasına gelinmesi ve tartışmaların hukuksal düzleme taşınması anlamına geliyor. Bu da olumludur, çünkü o katı inkârın artık olmadığını söyleyebiliriz, yani çocuk doğmuş ve adı koyulma aşamasına gelmiştir. Bu bilinçlenme, cemaatimizde de yaşandı. Bu konudaki kitaplar daha fazla okundu, yeni yayınlar yapıldı ve gençlerimiz çok daha bilinçli hale geldi. Aslında bu bilinçlenme, iki ucu keskin bir kılıç gibi. Çünkü bu konularla ilgilenen genç bir birey, 1915’in günümüze yansımalarını değerlendirecek ve bu ülkede yaşamını devam ettirmeyi sorgular hale gelecek ya da yaşananlarla yüzleşerek, her şeye rağmen Türkiye’de yaşamını sürdürmeye karar verecek. 100. yılın katkısı da bu oldu, Türkiye’nin yeni gerçekleri karşısında, “Bu ülkede Ermenilerin yeri var mı?” cümlesi, bir soru işareti olarak artık Ermeni Cemaati’nin önünde duruyor. Ortadoğu’da yaşandığına şahit olduğumuz olaylar, 100 yıl önce yaşananların bugün de yaşanabileceğini hatırlattı. Medyada yükselen nefret söylemi, Ermeni karşıtlığı, devletin kullanmaktan çekinmediği “PKK=Ermeni” şeklinde bir algı oluşturma taktiği, tüm bunların toplumumuz üzerindeki yansımasının son derece rahatsız edici ve korkutucu olduğunu görüyorum. Bugün çatışmalar doğuda, fakat İstanbul’a gelirse ve tekrar en yetkili ağızlardan “PKK=Ermeni” söylemi dile getirilirse, işte o zaman burada bizim can güvenliğimiz sorgulanır olur. Yüzüncü yıla dönecek olursak, barış içinde geçmiş olmasının yanında bir diğer kazanım da Türk tarihçiliği açısından oldu. Artık resmî tarih söylemi dışında farklı okumaların da olabileceğini herkes görmüş oldu.
‘Ermeni toplumu 100. yıla kayıtsız kaldı’
Dikran Altun - İşadamı
İstanbul Ermeni toplumunun yüzüncü yıla kayıtsız kaldığını düşünüyorum. Ülkedeki aydın kesim veya muhafazakâr tüm kesimlerden 1915’i önemseyen ve faaliyet gösteren insanların sayısı, Ermeni toplumuna oranla çok daha fazla olduğunu gözlemledim. Bunlar arasında çok anlamlı etkinlikler de oldu doğrusu. Toplumumuzun da aktif olmasını arzu ederdim, çünkü bir Diaspora’dan farklı olarak hem o günleri, hem de sonraki dönemlerdeki olumsuzlukları yaşamış bir toplumuz. Söyleyecek daha fazla sözümüz olmalıydı. Ayrıca 2015, Türkiye’nin korktuğu gibi de geçmedi. Dünyadaki anmalar çok daha sarih oldu. Yani geçmişe nazaran hissi değil, akılcı anmalar oldu. Türkiye’nin buna sevinmesi de gerekir. Düşmanca bir tavır değil, hatırlama ve talep etme, hâkim unsur oldu. Bu talep etme de Türkiye’nin korktuğu gibi devletten toprak talebi şeklinde olmadı. Kişisel talepler oldu, bunların en önemlisi, Kilikya Katolikosluğu’nun Sis’teki manastırın iadesi yönündeki talebi. “Talep ediyoruz” derken, insanlar geride bıraktıklarının iadesini istiyorlar. Taziye, ayin ve mesaj konusunu da değerlendirirsek, bunu devletin konumundan ileri bir adım olarak düşünmüyorum. Bu konjonktürel bir adım, sonuçta bütün dünya 1915’i konuşurken Türkiye sessiz kalamazdı, bir şey yapmak zorundaydı.
‘Yüzleşme açısından olumlu bir başlangıç’
Toros Alcan - Vakıflar Genel Meclisi Azınlık Vakıfları Temsilcisi
“2015, geçmişle yüzleşme anlamında önemli bir yıl oldu. Elbette bu yüzleşme süreci, bir yılla bitecek bir süreç değil; ancak olumlu bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Hükümetin taziyesi, Avrupa Birliği Bakanı’nın kayıplarımız için düzenlenen ayin törenine katılması, oldukça sembolik önem arz ediyordu. Türkiyeli Ermeni toplumu, yüzleşme konusunda çaba sarf etmemeli; çünkü biz zaten bu toplumla iç içe yaşıyoruz, “Bize üzülün” demenin bir anlamı yok. Diaspora da değiliz, o yüzden bizden ziyade birlikte yaşadığımız Türkler, Kürtler, Çerkesler çaba göstermeli.”
‘Taziye’nin arkası gelmedi
Melkon Karaköse - Samatya Surp Kevork Kilisesi Onursal Başkanı
2015 yılı boyunca sivil toplum bünyesinde çeşitli etkinlikler oldu, konserler, sergiler düzenlendi. Taksim’deki anma, bu yıl da düzenlendi ve birkaç yüz insan bu anmaya katıldı. Tüm bu yapılanlar değerli, ama bizim gönlümüzü ferahlatmaya yetmiyor. Biz henüz ölülerimizin arkasından usulüne göre yasımızı yaşayamadık. Devlet pasif kalınca, bu adımlar da yetersiz kalıyor.
2014 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın taziyesi, bizi bir nebze ferahlatmıştı. Bunu bir başlangıç olarak düşünmüştük ve arkasının geleceğine dair ümitlenmiştik. 2015’te benzer bir taziye mesajı daha yayınlandı, ama bunlarla iş bitebilir mi? Daha somut ve net adımlar bekliyoruz. Bizim açıkçası herhangi bir toprak veya tazminat talebimiz yok; en azından kendi açımdan bu böyle, çünkü acılarımız, kan parasına sığmaz ve kan parasıyla da satılmaz. Ama net bir özür ve tanıma çok kıymetli. Önemli olan devletin tanıması, devlet özür diler ve tanırsa, tabana yayılır ve zihniyet dönüşümü daha hızlı yaşanır. Bu herkes için bir rahatlamayı getirir. En yakın komşumuz olan Ermenistan’la sınır kapısı kapalı ve sınırı kapalı tutan devlet. Özrün ardından sınır açılırsa, bu büyük milletlere yakışacak bir adım olur. Sınıra da geçmişle yüzleşmeye davet eden ve barışı temsil eden müşterek bir anıt dikilebilir. Diğer ülkelerin çıkarları bu kadar mı etkili oluyor ki, bir ‘vicdan kapısı’ işlevi görebilecek sınır açılamıyor? İki ülke halkı da kapalı sınırı hak etmiyor. Yıkılmaz denilen Berlin Duvarı yıkıldı, fakat Türkiye-Ermenistan sınırı halen kapalı. Kapalı sınır, kapalı zihniyetleri de beraberinde getiriyor, iki ülke halkına da yazık oluyor. Açık sınır, beraberinde başka reformları da getirebilir ve topyekûn bir zihniyet dönüşümünün yaşanmasına vesile olabilir.
‘Yol almak, her şartta mümkün’
Rober Koptaş - Aras Yayıncılık Yayın Yönetmeni
Bence yüzüncü yıldönümü bağlamında en anlamlı olay, Gatoğigos’un 1915 kurbanlarını aziz ilan etmesiydi. Yıl boyunca dünyanın dört bir tarafına dağılmış olan Ermeniler, kayıplarını yas duygularına uygun bir vakarla andılar. Sadece kayıp ve travma duyguları değil, aynı zamanda hayatın ve kültürün devamlılığını kutsayan etkinlikler de sıkça yapıldı, ki bu başlı başına önemli bir mesajdı.
Ben soykırımın tanınması anlamında siyasi olarak önceki yıllardan farklı, daha büyük bir sonuç elde edilebileceğini zaten düşünmüyordum. Papa’nın ve Almanya Cumhurbaşkanı Gauck’un açıklamaları çok anlamlıydı. Ancak, Batı’nın Türkiye’yi Ermeni meselesinde haddinden fazla kızdırmama politikası var ve Obama, Merkel, Hollande gibi icracı makamlarda oturan isimler, soykırımı tanıma anlamına gelecek bir açıklama yapmadılar, yapmayacaklardı da zaten. Çok olağandışı bazı gelişmeler olmazsa, bu tutumda bir değişiklik olacağını düşünmüyorum. Dünya kamuoyu, zaten ahlaki olarak 1915’te yaşananların bir soykırım olduğunu kabul etmiş durumda. Siyasi olarak daha büyük adımların gerçekleşmesi için global konjonktürde dengelerin bugünkünden çok farklı bir yerde yeniden kurulması gerekiyor ve şüphesiz ki bunun maliyeti herkes için çok yüksek.
Devletlerin siyasi çıkarlarına göre atacağı adımlara bel bağlamaktansa, Türkiye’nin soykırımı kabul etmesi için içerideki değişimleri desteklemek temelli stratejiler geliştirmek, daha zor ama daha kalıcı etkileri olacak bir yaklaşım ve Ermeniler arasında böyle düşünenlerin sayısı, ne mutlu ki giderek artıyor. Son 20 yılda Ermeni meselesi ve soykırımı, Türkiye demokratikleşme gündeminin alt başlıklarından biri haline getirmek, başta Hrant Dink olmak üzere dar bir aydın grubunun çok önemli bir başarısıydı. Mevcut durumda yeni bir iç savaşın eşiğine geldik ve maalesef ki bugün Türkiye adına bir demokratikleşme projesinden söz etmek mümkün değil. Ülke dışındaki siyasi durumun da tozduman olduğunu hesaba kattığımızda, içeride ve dışarıda, 1915 ve soykırımla ilgili mücadele yürütmek hiç kolay değil. Yine de, geçmişi hatırlamayı demokrat siyasetin ayrılmaz bir parçası haline getiren yaratıcı fikirler üretmeye devam edildiği takdirde, yol almak her şartta mümkün olacaktır.
‘Mesajların arkası gelmedi’
Tatyos Bebek - Düşünce Platformu Üyesi
Yüzüncü yıl “geldi geliyor” derken, “geldi ve geçti” bile; üstelik kayda değer bir farklılık yaratmadan… Farklılık, kendi kendine yaratılacak bir olgu değil tabii. Türkiye Ermeni toplumu da büyük toplum da gerekli performansı gösteremeyince, sonucun böyle olması kaçınılmazdı. Oysa son on-on beş yılda yaşanan gelişmelerle “Ermeni Sorunu” tabu olmaktan çıkmış ve kamusal alanda da tartışılır hale gelmişti. Yüzüncü yıl, yüzleşmenin ve bunun bazı somut sonuçlarının görünür hale gelmesi bakımından sembolik bir önem taşıyordu. Ne yazık ki değerlendirilemedi.
Ermeni toplumu açısından, yüzüncü yılla ilgili bazı etkinliklerin yapıldığını ve bunlar arasında özellikle Hrant Dink Vakfı’nın çalışmalarının öne çıktığını söyleyebiliriz. 24 Nisan’da Diaspora’dan gelenlerle birlikte yapılan kimi toplantılar ve Taksim’deki anma programı dışında, toplumda ses getiren herhangi bir çalışma duyan olduğunu zannetmiyorum. Birkaç yıl öncesinden çalışmalara başlayıp toplumda farkındalık yaratacak ortak bir sesimiz olamaz mıydı? Olmadı, maalesef olamadı. Bu bizlerin ortak eksikliği. Çözümü hiç de zor olmayan sorunlarımızı bir araya gelip ortak akılla çözme becerisine ve korkulara teslim olmadan devletten talep etme iradesine sahip olmalıyız. Bu yüzden, yüzüncü yıl geride kaldı, diyerek rehavete kapılmamalıyız.
Yüzüncü yılda büyük topluma gelince: Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın, daha önceden alışık olmadığımız güzel demeçleri ruhumuzu okşadı ve umutlandık; fakat arkası gelmedi. Yine ‘sözde soykırım’ teraneleri, nefret söylemlerinde ‘Ermeni’nin vazgeçilmezliği, azınlıklara güvenlikçi bakış devam ediyor; hâkim, subay, polis olamıyoruz. Siyasi zihniyet değişmedi, bir türlü eşit vatandaş sayılmıyoruz. Yüz yıllık gelenek; hala ötekiyiz, yüz yıl önce yaşanılanlarla yüzleşilip yeni bir sayfa açılamıyor.
‘Beklentiler karşılanmadı’
Boğos Çalgıcıoğlu - Tiyatrocu
Açıkçası bu yıl, Ermeniler çok tedirgin olmakla birlikte, 1915’le yüzleşme anlamında yüksek beklentiler içerisindeydi. Ne yazık ki, bu beklentiler büyük oranda karşılanmadı. Teoride pek çok şey oldu, konuşuldu; ancak bunun pratiğe döküleceğini sanmıyorum, hepsi kâğıt üstünde kalacakmış gibi geliyor bana. Ben 2015’i ‘konuşma yılı’ olarak adlandırıyorum. Benim gençliğimde, bundan 40 yıl önce Ermeniler, 1915’i hiç konuşmazdı, sanki böyle bir şey yaşanmamış gibi davranırlardı; ama artık konuşuyorlar. “Ermeni bir komşumuz vardı, çok güzel topik yapardı” söylemi, artık çok yaralayıcı bir hal almıştı. Şimdi kültürümüzden, yaşam tarzımızdan bahsedebiliyoruz. Hatta İstanbul’dakilere baktığımda, geçmişte “Afedersiniz Ermeni” derlerdi, şimdiyse Ermeni biriyle arkadaş olmak, sanki hanelerine artı puan yazdırıyormuş gibi bir durum var ve açıkçası bu durum beni çok tedirgin ediyor. Öte yandan, yüzleşme anlamında uygulamada çok gerideyiz bence. 2015 boyunca Ermeni toplumu tarafından düzenlenen konser veya sergilere baktığımda, yine çok tedirgin bir biçimde ele alındıklarını görüyorum. 1915’e dair hiçbir etkinliği kendimizden emin bir halde düzenlemedik, korku ve tedirginlikle yaptık.
‘Bir çaba vardı’
Masis Kürkçügil - Yazar
Türkiyeli Ermenilerin resmî kanallardan herhangi bir beklenti içerisinde olması doğru değildi. Ancak son 20 yılda bu konuya dair yayımlanan kitaplar ele alındığında 2015, tartışmaların yoğunlaştığı bir yıl oldu diyebiliriz. Artık herkes farkında ki, 1915, yalnızca Ermenilerin değil, dünyanın yaşadığı tabiri caizse en önemli barbarlık örneklerinden biriydi. Artık Türkiye’de herkes bunun farkında. Türkiyeli Ermeniler, 78 milyonluk nüfusun yalnızca 60 binini oluşturuyor. Bu bağlamda, Türkiyeli Ermenilerin 2015’te düzenledikleri etkinlikleri objektif bağlamda ele alırsak, olumlu bir çaba sarf edildiğini söylemek gerekir. 60 bin içinde, bu gibi etkinlikler yapanların sayısı da oldukça az olduğu için ortada önemli bir çabanın varlığından söz edilmeli.
‘Anlamak istemeyene anlatılamadı’
Luiz Bakar - Patrikhane Eski Avukatı
2015’te, eskiye oranla bu konu biraz daha rahat konuşulabildi. Fakat mevcut durumda bir değişim yaşanmasına neden olmadı. Anlamak isteyenler, neler olduğunu biraz daha iyi anlama fırsatı bulabildi; anlamak istemeyenler ise anlamamaya devam ettiler. Gördüğüm kadarıyla, toplum olarak da çok fazla bir şey yapamadık. Düşünce Platformu’nun televizyonlarda yayınladığı bir videoyu hatırlıyorum. Bunu, insanları biraz sarsmak ve 1915’le ilgili daha fazla farkındalık yaratmak amacıyla yapmışlardı; ancak bunun da nasıl sonuç verdiğini ölçme imkânımız yok. Geçen sene taziye, bu yıl Cumhurbaşkanı’nın mesajı, Badarak Ayini, bunların hiçbiri açıkçası benim için özel bir anlam ifade etmedi. Bir şeylerin değişebileceğini zannederek biraz heveslendik; fakat sonuç olarak, değişen bir şey olmadığını görüyoruz. Bununla birlikte, 2015’te dünyada Ermeni Soykırımı çok fazla gündemde yer aldı. Dünya zaten 1915’te ne olup bittiğini biliyordu. Özet olarak, 1915 dünyada çok konuşuldu ve gündeme getirildi, Türkiye’de bilmek isteyenlere biraz daha iyi anlatıldı; fakat anlamak istemeyenlere, yani bizlere kapılarını kapatmış olanlara ulaşılamadı.
‘Paydos etmeyeceğiz’
Nazik Armenakian - Gazeteci-Fotoğrafçı
Ben bir fotoğraf sanatçısı olarak, bu yıl, hâlâ hayatta olan ve soykırımı yaşamış insanların fotoğraflarını çektim, farklı şehirlerde sergiler yaptık. Çalışmalar, projeler, araştırmalar devam edecek. 100. yıl diye paydos etmeyeceğiz. Bundan sonra daha bilinçli, daha başka bir boyuttan konuya yaklaşacağız.
‘Badarak Ayini umudumu korumama sebep oldu’
Tamar Karasu - Kitab-ı Mukeddes Şirketi Genel Müdürü
100, fazladan bir anlam yüklüyor gibi görünebilir; ancak benim kaybım 99. yılda ne ifade ediyorduysa bu yıl da aynı şeyi ifade etti ve seneye de aynı şeyi ifade ediyor olacak. Yıllardır tabu olan bu konuda en iyi sohbet, sana hak verir gibi başlayıp ‘ama’ ile devam eden ve sonunda seni ‘suçlu’ ilan eden söylemlerden ileri gidemezdi. Acımı layıkıyla yaşamak, başkaları ile paylaşmak, anlatmak ve anlaşılabilmek, bunları yeni yeni tecrübe ediyoruz. Topik ve dolma edebiyatından empati düzeyine geçiyoruz. Ermeni olduğumuzu söylemekten çekindiğimiz günlerden, babaannesi/anneannesi Ermeni olanların bunu özgürce ifade ettiği günlere geldik. Bunu çok değerli buluyorum.
Bana biçilen ‘suçlu’ rolü kadar, tek başına ‘mağdur’ rolünü de kabullenmiyorum. Bu anlamda, 2014’te dönemin başbakanından gelen taziye mesajını çok değerli buluyorum; kayıplarım ilk kez bu kadar üst düzey bir makam tarafından tanındı, taziye iletildi ve acım paylaşıldı. O yıl, neredeyse gizlice yaptığımız; ancak bu yıl alenen ve devlet temsilcilerinin de katıldığı Surp Badarak, benim için 100. yıl anmalarının tavan noktasıydı. Bu yıl taziye, bir üst makamdan, Cumhurbaşkanlığı’ndan geldi ve mesajı bu ayin esnasında okundu. Ölenlerimizi ilk defa layıkıyla andık ve ruhları için dua ettik. Unutmamalıyız ki, atalarımız sadece Ermeni oldukları için değil, Hıristiyan oldukları için bu topraklardan sürüldüler ve kıyıma uğradılar. İnançları uğruna hayatlarını kaybetmiş bu insanları dualarla anmaktan daha değerli ve anlamlı ne olabilirdi? Ermeni Kilisesi’nin soykırımda kaybedilen 1,5 milyon insanı aziz ilan etmesi ile her birimizin ailesinde artık bir aziz var. Yas, yerini âdeta huzura bırakmış oldu. Bundan daha güçlü bir ses, daha sessiz bir çığlık düşünemiyorum. Daha iyi yarınlar için umudumu koruyorum.
‘2015 bir vesile oldu’
Jaklin Çelik - Yazar
24 Nisan 2015’te başta Ermenistan olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde, resmî düzeyde anmalar gerçekleşti. İstanbul’un farklı semtlerinde yapılan anmalarda, hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Ermeniler, Türkler ve Kürtler, taşıdıkları tarihsel mirasın yükünü hafifletmek için orada buluşmuşlardı. Sonuçta 1915, Türkiye’de yaşayan toplumlar için hesaplaşılmamış travmatik bir tarihtir. En azından dertleşmek, empati kurmak için iyi bir vesileydi o günkü anmalar.
İstanbul’da yapılan anmalara Ermeni toplumundan katılım, geçmiş yıllara göre daha fazlaydı. Ama yine de arzu edilen bir çoğunluk değildi elbette. Katılımı bir kenara bırakacak olursak, acının mirasını hafifletmek adına Ermeni toplumu için önemli bir yıldı 2015.
‘Kurban’dan ‘Talep eden’e doğru
Artak Beglaryan - Karabağ Başbakanlığı Basın Sekreteri
100. yılda soykırımın uluslararası düzeyde tanınması ve kınanması konularında yol aldık. Soykırımı hukuki alana taşıyabilmemiz, en büyük kazanımımız oldu. Farklı devletler, organizasyonlar, soykırımı kabul edip, inkâr yasaları üzerine çalıştılar. Türkiye’de belirli bir kısmın kabulü ve sorumluluğu üstlendiğini gördük. Tüm bu gelişmeler, ne yazık ki Türk devletinin ve halkının kendini bu yükten kurtarması ve itiraf etmesi noktasına gelemedi. Olası bir toprak talebi korkusu, beraberinde oldukça sert bir inkârı getiriyor.
Ermenistan, 100. yıla iyi hazırlandı, ama bu tip organizasyonların ölçülebilirliği olmadığından dolayı tabii ki göreceli. Ben kişisel olarak hem Ermenistan hükümetinin, hem de Diaspora’nın finansal gücünü, daha ziyade akademik çalışmalara fon sağlamak konusunda kullanmış olmasını dilerdim. Osmanlı tarihi ve uluslararası hukuk alanında daha çok uzmanımız olmasını, olanların daha profesyonelleşmesini sağlayabiliriz. 100 yılda yavaş yavaş “kurban” psikolojisinden sıyrılıp, “talep eden” olana doğru yol almaya başladık, bu da önemli bir dönüşümdü. 100. Yıl, soykırımın tanınması konusunda bir son değil, bir başlangıçtı.
‘Yeni bir aşamaya geçtik’
Vahram Ter-Matevosyan - Yerevan Bilimler Akademisi ve Amerikan Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi
Henüz 2015’e girmeden Ermenistan ve Diaspora’daki birçok araştırmacı, bilim insanı ve siyasetçi tek bir şey düşünüyordu: “Soykırımın 100. yıl anma etkinlikleri, bir iz bırakacak mı?” Hepimiz, bu yılın değer yargılarını ne kadar etkileyeceğini ve soykırımın tanınması konusunda ne kadar ilerleyebileceğimizi merak ediyorduk. Bir yıl sonra, 2015’in birçok şey değiştirmiş olduğunu rahatça söyleyebilirim. Değişenin ne olduğunu anlatmak zor; fakat Ermenilerin taleplerinde, soykırımın tanınmasında ve kınanmasında, yeni bir aşamaya geçtiğimize dair hepimizde bir duygu oluştu.
Ocak 29’da imzalanan Ermenistan ve Diaspora Ortak Ermeni Deklerasyonu, çok önemli ve taleplerin daha somut olarak şekilleneceğini gösteren bir adımdı. 2015’te “Gelibolu Anması” ile Erdoğan’ın Türkiye’deki demokratikleşme konusuna ne kadar sinik davrandığının akıllara kazındığı bir yıl oldu.
Devlet Doğu’da hâlâ ‘Hepiniz Ermenisiniz’ diyor
Norayr Olgar - Aktivist, Nor Zartonk
Soykırımın 100. yılı, yani 2015, Ermeni Soykırımı’yla devletin ve toplumun yüzleşmesi için ne bir son, ne de bir ilkti. Geçmiş yıllarda verilen mücadelelerin birikimiyle aslında görüyoruz ki birleşerek, bu sene daha güçlü bir ses çıkararak yüzleşme talebimizi dile getirdik. Hem Ermeniler, hem Türkler için büyük bir sosyal yasak olan soykırımla yüzleşme, toplumsal alanda yapılan yürüyüş ve anmalarla bu sene biraz daha kırılmaya başladı. 100. yılda, aslında “1915’ten Hrant’a soykırım sürüyor” sözünü alanlarda söylerken, bir yandan da devletin yüzleşmeden ne kadar uzak olduğunu fark ediyoruz. Hrant Dink gibi, Sevag Balıkçı gibi, Maritsa Küçük gibi devlet denetiminde ve devlet eliyle işlenen cinayetlerin nasıl aydınlatılmadığını, delillerin nasıl karartıldığını, cinayeti işleyenlerin nasıl mükafatlandırıldığını görüyoruz. Bir diğer yandan, şu anda yaşadığımız Doğu’daki savaş döneminde devlet ötekilere, ezilenler hâlâ “Hepiniz Ermeni’siniz” diye saldırıyor. Bu nefret dilinin ortadan kalkması için öncelikle MEB kitaplarındaki nefret söyleminin ortadan kalkması da taleplerimizden biriydi. Sonuç olarak 100. yıl sadece bir tarihtir. Soykırımın tanınması, devletin bununla yüzleşmesi ve Ermenilerin artık öldürülmekten korkmadan ve sindirilmeden bir arada yaşayabilmesi için toplumsal olarak birbirimizi anlamamız ve koşulsuz bunu kabul etmemiz önemli; ancak bu şekilde bir arada yaşama umudumuzu ayakta tutabiliriz.
‘Strateji yaratılamadı’
Lara Aharonian - Yerevan Women’s Resource Center Yöneticisi
Diaspora’da anneannelerimden soykırım hikâyeleri dinlemiş biri olarak, 100. yılda bu acının ve haksızlık hissinin içimde bir nebze de olsa küllenebileceğini hayal etmiştim. 100. yıl anma törenleri, belirli bir oranda iyi geldi biz Ermenilere. Dünyaya ne olup bittiğini biraz daha anlatabildik; ama geçmişte yaşananlara, acılara kesin bir çözüm olamadılar. Türkiye’de şu an Kürtler ile ilişkiler zor bir dönemde, ama ben hâlâ Ermeniler ile Türkiye’nin hâlihazırdaki diyaloğunu önemsiyorum. İnsanların soykırımın gerçekleştirdiği topraklarda anma törenleri organize etmeleri, sessizliği kırdı. Ermenistan’dan ve Diaspora’dan sivil toplumcular, sanatçılar, feministler, gazeteciler, aktivistler Türkiye’deki meslektaşları ile bir araya gelmeliler.
Aynı kaderi biz de paylaşacaktık
Hayk Khanumyan - Milli Uyanış Partisi Başkanı, Karabağ Parlamentosu Milletvekili
Tüm Ermeniler gibi Karabağ Ermenileri de 100. yılı andılar. Karabağ halkı için bu anmaların çok farklı bir anlamı daha vardı. Eğer Karabağ halkı, 1980’lerin sonunda nefsi müdafaa için örgütlenmemiş olsaydı, aynı kaderi biz de paylaşacaktık. Karabağ Savaşı, bizim yıllar sonra bu kaderi yıkmamızı ve katledilmemizin önüne geçmemizi sağladı.
Agos