18 Aralık 2015
Agos arşivinde bugün Derik`te `Kızıl Kilise` olarak bilinen Surp Kevork Kilisesi var. Çatışmalarda polis tarafından kapısı tahrip edilen tarihi kilise ve Derik`in son Ermeni sakinleri, 2013 yılında yaptığımız bir habere konu olmuştu.
Derik’teki kızıl kilise*
1915’e kadar binlerce Ermenin yaşadığı Derik sokaklarında geriye kalan izlerden biri Naif Usta. Derik’in sokaklarında kime sorsanız hemen yerini tarif edebiliyor. “Naif usta bir tane zaten burada.” Naif Usta ve eşi Yursali, Derik’te kalan son Ermeniler.
Demirci dükkanın önünde komşu esnafla oturuyor. Naif ustadan önce söze onlar giriyor ve onlar da aynı şeyi söylüyor: “Naif usta bir tanedir.” Derik’te herkesin tanıdığı Naif Usta’nın yaşadığı yalnızlık bir kez daha dile geliyor.
Derik sokaklarında neredeyse herkese selam veren Naif ustayla beraber evin yolunu tutuyoruz. Kilisenin anahtarı evde duruyor. “Bahçenin anahtarı komşularda var ama kilisenin anahtarını kimseye vermiyorum.” Evde eşi Yursali Demirci karşılıyor bizi. Kapının önünde komşularla devam eden sohbetine ara veriyor. “Kimse kalmadı tabii. Eskiden arada gelen giden olurdu, şimdi kimse gelmiyor” diyor.
Neden gittiler sorusunun yanıtı malum. Neden gitmediklerini sorunca; “Bizim çocuğumuz yok. İşimiz de var burada. Gitmemize gerek yok” diyor. Çocuk meselesinin neden önemli olduğunu anlatıyor; “Çocuklar olunca okul derdi başlıyor. Burada okul yok. Çocuklar büyünce herkes İstanbul’un yolunu tuttu.” Türkiye sınırları içinde 1915’e kadar 1084 Ermeni okulu olmasına karşın şimdi sadece 16 okul mevcut ve hepsi İstanbul’da.
Evden sonra kilisenin yolunu tutuyoruz. Derik’in dar sokaklarından geçerken, Naif usta başı önünde “Bizimkiler hep buralarda yaşarlardı” diye anlatıyor. Gitmelerine bir diyeceği yok, çoğunun geri gelmeyeceğini de düşünüyor ama en azından arada bir ziyaret edilmemekten şikayetçi.
Surp Kevork Kilisesi, mahallenin evlerine ayak uyduran bir mimariye sahip. Dışardan bakıldığında bir evi andırıyor. Kilisenin bahçesi açık. İçeride kilisenin karşısında oturan Görünen ailesi ve misafirleri sohbet ediyor. Misafirleri Kilise bahçesinde ağırlıyorlar. Yeşillikler içindeki bahçede çocuklar oynuyor. Naif usta kendi evinin kapısını açıyormuşçasına rahat bir şekilde kilisenin kapısını açıyor. “Bahçenin anahtarını verdim ama Kilisenin anahtarını kimseye vermem” diye tekrarlıyor. Kiliseyi kendi evi gibi koruyor.
“15 yıldır bende anahtar. Kilise bile değil aslında. Tapuda ev görünüyor. Zamanında parasını verdik aldık. Hâlâ ev görünüyor. Ahır olarak kullanmışlar zamanında. Perişandı geri aldığımızda. Hiç bakmamışlar. Sağ olsun komşularla beraber temizledik. Eskiden Diyarbakır’da papaz vardı, gelir giderdi. Ayinler yapardık. Şimdi Diyarbakır’da da papaz yok. Sonra İstanbul’dan gelmeye başladılar. Senede bir kere. Önceleri gelenler kalabalık olurdu, şimdi o kadar kalabalık gelmiyor”
Bahçedeki kocaman olmuş ağaçları “Hepsini biz diktik” diye gösteriyor. Sonra kilisenin dış duvarına kafasını çevirip dert yanmaya başlıyor, “Taş kilise üstüne sonradan sıva yapılmış. Üst tarafı çok kötü görünüyor. İstanbul’dan geldiklerinde Patrikhane‘ye söyledim. Dediler sen yaptırmak için bul birilerini. Buldum, masraf çıkarttım. Hâlâ cevap verecekler. Onarılması için bekliyoruz. Çok para tutmuyor zaten ama cevap bile vermediler bize.”
Bahçede sohbete devam ediyoruz. Hatun Görünen’in yaşı 70’e yakın. Çocukları ve misafirleri ile oturuyor. Kızları Naif Usta’yı göstererek, “Bir tek bunlar kaldı. Eskiden kalabalıktı buralar. Çevre ilçelerden bile ayin için gelirlerdi. Şimdi kimse kalmadı. Biz Müslümanımız, ama burası da ibadet yeri. Çok kötü haldeydi. Bizim de gönlümüz razı gelmedi öyle kalmasına.”
Giderek yalnızlaşan Naif Usta ve komşularının en büyük dertleri, onlardan sonra kilisenin kendi kaderiyle başbaşa kalma ihtimali.
Agos