07 Aralık 2015
İnsanın kendisiyle, toplumla, tarihle, doğayla yüzleştiği bir film “Rüzgarın Hatıraları.” Filmde Ermeni bir aydın olan Aram üzerinden bireyin ve kadim bir halkın yaşadığı baskı ve zulümler anlatılıyor.
Aram, fikirleri nedeniyle tehditler alan bir isimdir. Artık baskılar öyle bir hale gelir ki, İstanbul’da yaşama imkanı kalmamıştır. Sovyetler Birliği’ne kaçmaktan başka çaresi yoktur. Bunun için Sovyetler Birliği sınırındaki bir Karadeniz kasabasına gizlice gider. Mikhail ile Meryem’in evinde saklanmaya başlar. Gerekli evrakları getirecek olan arkadaşını beklerken geçmişiyle ve tarihle hesaplaşması başlar. Onur Saylak, Sofya Khandamirova, Mustafa Uğurlu, Ebru Özkan, Murat Daltaban, Menderes Samancılar ve Tuba Büyüküstün’ün rol aldığı filmin senaryosunda Alper’le birlikte Ahmet Büke’nin imzası bulunuyor. Antalya Film Festivali’nde izleyici ile buluşan, 11 Aralık’ta vizyona girecek olan “Rüzgarın Hatıraları”nın Yönetmeni Özcan Alper’le filmi ve ifade özgürlüğüne yönelik baskıları konuştuk.
‘YÜZLEŞMELER SADECE GEÇMİŞİN DEĞİL GELECEĞİN DE OLGUSU’
Filmin otoriter ve totaliter rejim altındaki bir entelektüelin sıkışma hikayesini anlattığını belirten Alper, “Bu evrensel bir hikaye. Benim seçtiğim karakter olan Aram, 1943’te yaşayan bir Ermeni. Ama bu aynı zamanda Walter Benjamin’in hikayesi, bir Sabahattin Ali’nin hikayesi. Aram Pehlivanyan, Krikor Zohrab, Zabel Yesayan ve pek çok Ermeni entelektüellerinden, sosyalistlerden izler taşıyor” diyor ve ekliyor: “Bugün için Tahir Elçi’den, Musa Anter’den izler var. Düşünceleri yüzünden hayatta kalabilmek için mücadele veren, her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan entelektüellerin hikayesi bu.”
Alper, hafıza, katliam, baskı temaları üzerine kurulan filmle ilgili şunları söylüyor: “Hafıza meselesi, yüzleşme, hatırlamalar… Bunlar tabii ki bizim kişisel olarak dünyamızda olan şeyler. Hatırladıklarımız maalesef Türkiye’nin yalnızca geçmişi değil bugün ve geleceğini de sürükleyen, etkileyen olgular. Suruç ve Ankara’da yaşananlar, Tahir Elçi’nin ölümü, Türkiye’de ve yanı başımızdaki Suriye’de, Ortadoğu’da meydana gelenler… Bu temaları sürekli yaşıyoruz. Bir sanatçı ya da yönetmen olarak bu temaları bulmak için kendinizi zorlamanız gerekmiyor.”
‘DEVLETİN SİNEMA POLİTİKASI YOK`
Filmleri hakkında bir “festival filmi” algısı yaratılmasından yakınıyor Alper ve “Ben her şeyden önce filmler seyirciye ulaşsın istiyorum. Seyirciye de aslında gerekli koşullar oluştuğunda ulaşabileceğini hissediyorum. Ama dağıtım, salon gibi konularda alternatif olarak çok adım atamadık, eksikliğimiz var” ifadelerini kullanıyor.
Alper, devletin bir sinema politikası olmadığının altını çizerek, “Solun, sosyalistlerin de yok. Hatta sosyal demokrat belediyelerin bugün İstanbul’da bile bir sinema salonları yoktur. Türkiye’de bu anlamda iki sinema salonu var. Biri Urfa Viranşehir’de, biri de Batman’da Yılmaz Güney Sineması. Halbuki Türkiye’de şu anda 200 kadar böyle sinema olabilirdi. O zaman daha farklı dağıtım ve rekabet koşullarıyla karşı karşıya gelebilirdik. Eminim ki, o zaman bizim filmlerimiz de 400 bin-500 bin, 1 milyon kişi tarafından izlenebilirdi” diyor.
SURUÇTAKİ GENÇLER UMUDUN ÖRNEĞİYDİ
İfade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar ve baskıların bir sanatçı olarak kendisini nasıl etkilediğini soruyoruz Alper’e. “Fiili olarak farklı zorluklar yaşıyoruz. Sinemacılar en azından gazeteciler gibi doğrudan politikayla uğraşan ya da sokakta mücadele edenler kadar maruz kalmıyorlar baskılara. Ama bu kalmayacakları anlamına gelmiyor” diye konuşuyor Alper. “Özgürlük, demokrasi, gerçekten herkesin birbirine saygı duyduğu, eşitçe; kardeşçe diyemeyeceğim, çünkü buna artık çok inanmıyorum; herkesin birbirine saygı duyduğu, halkların özgürce yaşadığı bir Türkiye bekliyoruz” diyor.
Alper umudun yapılan filmlerde, yazılan kitaplarda, aktif olarak kendi yaşam alanlarını korumak isteyenlerde olduğunu vurguluyor. “Suruç’taki gençler umudun en güzel örnekleriydi. Sonuçta sadece başka çocuklara oyuncak götürmek istiyorlardı. Gazetecilerin tutumu da umudu gösteriyor. Baskıya rağmen gerçekleri saklamıyor, direniyorlar” diyen Alper, şu ifadeleri kullanıyor: “Kısmen az görülebilir ama her şeye rağmen karanlığa karşı mücadele ediliyorsa, birileri kendi yaşam alanlarını korumaya çalışıyorsa umut var demektir”
Evrensel