05 Ekim 2015
Panorama.am Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın ABD’ye çalışma ziyareti çerçevesinde 1 Ekim’de Carnegie Uluslararası Barış Vakfı tarafından düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmayı yayımladı. Aşağıda konuşma metnini sunuyoruz:
ʺÇok saygıdeğer, Sn. Burns!
Saygıdeğer katılımcılar!
Bayanlar ve baylar!
Bu itibarlı ve gelenekleriyle zengin kurumda, Carnegie Vakfında konuk olarak bulunmak benim için büyük bir şereftir. Ermenistan Cumhuriyetinin dış politikası ve uluslararası ilişkilerinin güncel sorunlarına yönelik yaklaşım ve endişelerimi bu akademik toplulukla açık ve objektif tartışmalar beklentisiyle paylaşma fırsatına sahip olduğum için mutluyum.
Geçtiğimiz yüz yılın aralarında yıkıcı savaşlar, soykırımlar, ekstremizm ve terörde görülmemiş artış, etnik ve dini husumet üzerine kurulmuş şiddet olmak üzere en büyük trajedileri, barış gayreti olmaksızın dünyanın kendi kendini tahrip yolunda ilerleyeceğini kanıtlamaktadır.
Barış çelişkilerin olmaması değil, ki bu kuşkusuz imkansızdır. Barış, bu çelişkileri barışçı yolla çözme irade ve kabiliyetidir. Ermenistan dış politikası işte bu kanaatle ilerlemektedir.
Saygıdeğer katılımcılar!
Sıklıkla Güney Kafkasya jeopolitik rekabetin sahnesi olarak gözlemlenmektedir. Diğer yandan bölgede farklı aktörlerin menfaatlerinin varlığını fırsat olarak gözlemek mümkündür. Ermenistan bağımsızlığının köklerinden bu yana herhangi bir devlet veya kurumla ilişkilerinde ‘karşı’ değil ‘namına’ ideolojisiyle hareket etmiştir. Şöyle ki, dönem başkanlığını daha günler önce üstlendiğimiz Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) kurucu üyesi olarak, NATO’yla uzun yıllara dayanan bir işbirliği yoğunlaştırdık, bunun gözalıcı tanıklığı, ordu imarı alanında İttifak deneyiminin özümsenmesi, farklı Barış Gücü operasyonlarına Ermenistan’ın işlevsel katılımıdır. Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) üyesi olarak, AB ve Avrasya’lı partnörlerle ilişkilerin sentezlenmesinin tamamıyla olası olduğuna ilişkin tezimizi yeniden teyid ederek, Ermenistan-AB politik ve ekonomik yakınlaşmasına yeni bir ivme kazandırdık. Ayrıca, son zamanlarda bu düşünce cisimleşmeye başlamış, Avrupa’lı partnörlermiz tarafından sıklıkla dillendirilmeye başlanmıştır. Rusya’yla sürekli pekişen stratejik işbirliğine sahip olarak, Batılı hemen tüm ülkelerle mükemmel ilişkilere sahibiz. Ve nihayetinde, dünyada ilk Hıristiyan devlet olarak, birçok Müslüman ülkeyle tarihi ve devletlerarası sıkı bağlara sahibiz.
Bütün bunlarla beraber, savaşın tekrar başlaması tehdidi altında bulunarak, her bir kararın çıkış noktasının ülkemiz güvenliğinin temini olduğu sır değildir, ki bu sıklıkla bizim şu veya bu seçimimizi koşullamaktadır. Biz küçük ülke olarak dünyayı dostlar ve düşmanlar olarak da ayıramayız. Evrim ve dengeli poltikaya yaslanarak, böylece aynı zamanda bölgemizde menfaatleri olan ülkeler için sorunlar yaratmıyor ve bir sonraki krizin ocağı olmuyoruz.
Sanıyorum benzeri yaklaşım 21. yy. mantığında tamamıyla yer bulmakta, dahası realite çelişkler üzerine kurulu siyasi kararların, yumuşak bir ifadeyle, ilgili ülkeler için yanısıra tüm uluslararası toplum için hayırhah olmadıklarını göstermektedir. Biz buna tamamıyla son dönemde bir dizi durumda tanıklık ettik.
Bayanlar ve baylar!
Şimdi Ermenistan dış politika gündemi meselelerinden birkaçına kısaca değineceğim. Belki de, sizi ilk elde ilgilendirdiğine emin olduğum Dağlık Karabağ çatışmasından başlayayım.
Bu daha Sovyet yıllarında, merkezi iktidarın zayıflamasına paralel Dağlık Karabağ Ermeni sakinlerinin fiziki varlığı meselesinin gündem meselesine dönüşmesiyle doğdu. Azerbaycan’ın ayrımcı politikaları sonucunda Dağlık Karabağ halkı kendi yurdunda güvenli yaşama olanağından mahrum oldu. Onların adil kader tayini taliplerini Azerbaycan’ın agresif tepkisi izledi, bu da Sovyet sonrası en kanlı çatışmanı tutuşmasına sebep oldu.
Bugün Azerbaycan sorunu güya Ermenistan ve Azerbaycan arasında toprak ihtilafı olarak sunmaktadır. Ermenistan Cumhuriyetinin, Azerbaycan’a yönelik hiçbir zaman herhangi bir toprak iddiasında bulunmadığını net olarak vurgulamak isterim. Dahası, biz Azerbaycan Cumhuriyetinin toprak bütünlüğünü tanıyoruz, Dağlık Karabağ asla bunun bir parçası olmamıştır. Bunlar benim görüşüm değil, bunlar tarihi delillerdir, ilgilenenler araştırıp, buna ikna olabilirler.
Dağlık Karabağ sorunu, Dağlık Karabağ halkının fiziki güvenlik ve elinden alınamaz self determinasyon hakkının realizasyonu sorunudur. Ne yazık ki bugün Azerbaycan yönetiminin tasavvurları ve medeni dünyada kabul edilen normlar arasında devasa bir uçurum mevcuttur. Eğer medeni dünyada herhangi bir halkın kader tayini hakkının realizasyonu için gerekli koşullar yaratılıyorken, Azerbaycan petrol gelirlerinden körleşmiş olarak, kendi tasavvurlarını her şekilde sadece Dağlık Karabağ ve Ermenistan’a değil, aracı ülkelere de şart koşmayı denemektedir. İşte İskoçya örneği: Büyük Britanya İskoçya’ya kaderini tayin etme hakkı sağlamakta, yani kendi toprak bütünlüğü kendis için ne kadar değerli olsa da, İskoçya halkının kader tayini ve kaderine hükmetme hakkı vermekte, ancak sebebi bilinmez bir şekilde Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünden endişelenmektedir. Komedi ama fiiliyat.
1994 yılında tesis olan ateşkese karşın Azerbaycan, periyodik aralıklarla sadece Dağlık Karabağ’ı değil aynı zamanda Ermenistan sınır havalisine de ateş açmaktadır. Ancak son 2 yılda Azerbaycan’ın provokatif işlemleri, tansiyonda görülmemiş bir artış kaydetmiştir. Dahası bugün Azerbaycan büyük çaplı silahlardan top atışlarına kolları sıvamıştır, buna sivil sakinler kurban gitmektedir. Sınırda düşük yoğunluklu bir savaşın sürmekte olduğunu gizleyemem, bunu hepiniz görüyorsunuz.
Biraz saparak, bu yıl II. Dünya Savaşının sona ermesinin 70. yılı bağlamında bu ve geçmiş asrın savaşlarının sebebine yönelik tartışmaların çok olduğuna yoğunlaşmak isterim. Ve bu sebepler safında devlet düzeyinde kendi halkının bilincinde diğer bir millete yönelik husumet tohumları ekilmesi, savaşa başlama zorunluluğu, silahlanma yarışının tahrikine ilişkin öncelikle konuşulmaktadır. Azerbaycan’ın politikalarını bilen herhangi biri, Azerbaycan propagandasının bugün işte tam da bu unsurlar üzerine kurulu olduğunu teyid eder. Sanıyorum Azerbaycan liderinin ‘Azerbaycan’ın bir numaralı düşmanı Dünya Ermenileridir’ demeci çoklarınız için bilindiktir. Ve bunu ülkenin yöneticisi, diyelim muhalif siyasetçi değil, parlamenter değil, fazlası ve eksiği olmaksızın ülkenin cumhurbaşkanı ilân etmektedir! Tam da benzeri demeçler, uyuyan Ermeni subayı baltayla katleden, kendi ülkesinde kahramanlaştırılan Ramil Safarov’ları doğurmaktadır.
Biz gerçekten düşman devletlere, dahası halklara sahip değiliz. Azerbaycan da istisna değildir. Dağlık Karabağ sorununun barışçı çözümüne alternatif görmüyoruz, zira benim için her bir askerin hayatı kıymetlidir. Ve sadece Ermeni askeri değil...genel olarak benim için her insanın hayatı kıymetlidir.
Kuşkusuz bu sorun Azerbaycan iktidarının iç siyasi meselelerine de hizmet ettirilmektedir. İlki, Azerbaycan rejimi kendi rejimini, askeri alana yöneltilen devasa olanakları, ülkede hakim insan haklarının had safhadaki durumunu haklı gösterme sorununa sahip. Bunun dışında petrol fiyatlarının düşüşü ve Azerbaycan Manat’ının değer kaybıyla ülkedeki sosyal sorunlar daha da sivrileşmekte ve Azerbaycan yönetimi için varolan durumda en kolay açıklama düşmanın varlığı olmaktadır. Sanıyorum Avrupa Konseyi tarafından 9 Eylül’de kabul edilen tasarıda yer bulan Azerbaycan’ın son 10 yıl esnasında Avrasya bölgesinde demokrasi alanında en büyük düşüşü kaydeden ülke olduğu takdirinin kendisi manidardır. Bu arada, özgür ve adil seçimlerin yapılması için artık önkoşullar olmadığı görüşünde olan Avrupa Parlamentosu yanısıra AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi (ODIHR) önümüzdeki Kasım ayında Azerbaycan’da yapılacak Parlamento seçimlerine gözlemci yollamaktan bile feragat etmişlerdir.
Şimdi size bir soru yöneltmek istiyorum. Acaba 20 yılı aşkın bir süredir demokrasi yolunda ilerleyen Dağlık Karabağ halkı, otoriterizmden diktatörlüğe doğru kararlı adımlarla ilerleyen Azerbaycan bünyesinde yaşayabilir mi? Acaba kanı pahasına fiziki varlık hakkına sahip çıkmış Dağlık Karabağ halkı, tekrar Azerbaycan -bir ülke ki Ermenilerden nefret edilmekte, Ermeni kanı dökenin, katil değil kahraman olduğu –bünyesinde olabilir mi?
Azerbaycan’ın Avrasya bölgesinde demokrasi alanında en büyük düşüş değil, aksine yükseliş kaydeden bir ülke olmasını dilerdim. Bu durumda bu sorunun çözüm anahtarını bulabileceğimize, bölgemizi yıkıcı bir savaştan daha uzak tutabileceğimize eminim.
Saygıdeğer katılımcılar!
Bu yıl tüm Ermeniler Ermeni Soykırımının 100. Yılını anmaktalar; bu bizim için yas değil, aksine yeniden doğuş anlamına sahiptir. İnsanlığın bilindik en hunhar afetini yaşayarak, biz devlet inşa ettik ve bugün Ermenistan, benzeri suçların olmadığı bir dünya inşası çabalarına önemli katılımını getirmektedir. Sorunun uluslararası gündemde tutulması ve daha verimli mekanizmaların geliştirilmesi yönünde takipçiyiz. İşte BM İnsan Hakları Konseyinde Ermenistan’ın girişimde bullunduğu ve onlarca ülkenin ortak imzasıyla hazırlanan ʺSoykırımların Önlenmesiʺ ve ʺ9 Aralık’ın Soykırım Kurbanlarını Anma Günüʺolarak ilânına ilişkin tasarılar ayrıca Nisan’da Erivan’da Soykırım suçuna karşı ʺGlobal Forumʺun gerçekleştirilmesi, ki bunu daimi bir platforma dönüştürme düşüncesindeyiz.
24 Nisan’da Ermenistan’da birçok yüksek dereceli delegasyon katılımıyla Ermeni Soykırımı kurbanlarını saygıyla andık. Bu yıldönümü, mesajı ve anlamının ulusal sınırların dışına çıktığı ve ilerici insanlığın, Ermeni Soykırımı 100. yıldönümü bağlamında, kınama ve önlemenin önemini yeni bir şekilde dillendirdiğini memnuniyetle belirtmeliyim. Bu yıldönümünün soykırıma uğramışlar ve soykırım işlemişlerin nesilleri arasında bir uzlaşma merhalesine dönüşmesine samimi olarak inanmaktayız. Ve tam da bu amaçla, daha geçtiğimiz yıl Türkiye cumhurbaşkanını Ermeni Soykırımı kurbanlarını anma günü Erivan’ı ziyarete davet ettim. Ancak kendileri bu daveti görmezden gelme ve Ermeni-Türk protokolleri hususunda olduğu gibi bu fırsatı da kaybetti.
Buna karşılık Türkiye yöneticileri inkarcılıkta, iki halka uzlaşma çağrısında bulunan tamamıyla yeni bir taktik benimsediler. Ancak ilginçtir, nasıl uzlaşmalı? ‘Geçmişinizi kabul edin ve ülkelerimizin uzlaşısına temiz sayfadan başlayalım’ diyoruz, ‘Hayır’ diyorlar. ‘Bizim için ters mekanizma da kabul edilir: uzlaşalım, sınırı açalım, diplomatik ilişkiler tesis edelim, daha sonra çetrefilli meseleleri değerlendirelim’ diyoruz, ‘Hayır’ diyorlar ve zaten imzalanmış olan protokolleri onaylamaktan imtina ediyorlar. Türkiye yönetimi uluslararası toplumu saptırıyor. Türkiye’nin duyurularının düzmece mahiyetini herkes de anlıyor, değil mi? İki halka öyle bir uzlaşma çağrısında bulunuyorlar ki, sanki bununla kendilerinin alakası yok, bu tamamıyla farklı iki halka ilişkin.
Bayanlar ve baylar!
Dış politikamızın gündemi kuşkusuz bu yönlerle sınırlı değil. Asya-Pasifik bölgesi, Latin Amerika ve Arap Dünyası ülkeleriyle aktif ilişkiler geliştiriyoruz; sınırlı olanaklarımıza karşın son dönemde Japonya, Vietnam, Endonezya, Meksika’da diplomatik temsilcilikler açtık.
Bu yıl Mart’ta Çin’e resmi ziyarette bulundum, bu çerçevede bir dizi önemli anlaşma imzaladık. Bölgesel altyapının gelişimine yönelik olası projelerin ana hatları belirlendi, bunlar bölgesel istikrar ve ekonomik tüm potansiyelin kullanımına katkıda bulunarak, Ermenistan-Çin ilişkilerini esaslı derecede genişletecektir.
Biz aynı zamanda Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) ve diğer partnörlerimiz arasında köprü kurmayı deniyoruz ve bizim bu inisiyatifimizin olumlu yankı almasından memnunuz. Ermenistan dış politika gündeminde komşu ülkeler doğal olarak önemli yere sahipler ve İran’ın ʺ5+1ʺ ülkeleri arasında anlaşmanın imzalanmasını büyük bir coşkuyla karşıladık, bu durdurulmuş stratejik bir dizi projenin gerçekleştirilmesine olanak sağlar.
Dış politikamızın önemli unsurlarından biri partnörlerimiz desteğinde Ermenistan’da reformaların gerçekleştirilmesidir. Özellikle AB ve üyesi kimi ülkeler yanısıra ABD desteğinde son yıllarda Ermenistan kendi demokratik kurumlarını hissedilir derecede pekiştirmiş, ekonomisini liberalize etmiş, insan hakları ve sivil toplum alanlarını pekiştirmiştir. Ve bu yönde aktif çalışmaya devam edeceğiz. Bunu Batılı partnörlerimizin hoşuna gitmesi için değil, aksine ilk elde bize gerekli olduğu için yapıyoruz.
Bayanlar ve baylar!
Tarih esnasında uluslararası toplumun karşı karşıya bulunduğu tehditlerin çözüm formülasyonlarının ilerde uluslararası ilişkileri düzenleyen oyun kurallarına dönüştüğünü belirtsem yenilik olmaz. Ve bugün kuşkusuz bize yönelik meydan okumalardan biri Yakındoğu krizidir. Daha100 yıl önce Soykırımdan kılpayı kurtulan Ermeni evlatlarına sğınak veren dost Suriye ve Irak halkları için büyük bir acı yaşıyoruz. Ancak bugün 21. yy.’da bu halkların benzeri tehditlerle karşı karşıya bulunduklarına inanmak zor. Tabbi ki fanatik ve terörist güçler tarafından gerçekleştirilen işlemler sonucu bölgedeki Ermeni halkı da büyük ölçüde madur olmuştur. Bunlardan 16 bin civarı Ermenistan’a sığınmıştır. Bizim için modern medeniyetin beşiği mekanlardan birinde kültür anıtlarının imha edilmesi de çifte acıdır, bu nesiller ve medeniyetler arasında varolan köprüleri silme denemesidir.
Ortak güçlerle bu musibete karşı mücadeleye devam etmeli, uluslararası hukuk araçlarını, uluslararası kuruluşlar pekiştirmeli ve tarihin kendini tekrarlamaması ve nesillerimizin soykırım suçlarına ilişkin sadece kitaplardan okumaları için işbirliğini teşvik etmeliyiz.
Özetleyerek ABD başkanı Lindon Johnson’ıın, barışın binlerce millik bir yolculuk ve onu adım adım katetmek gerektiğine ilişkin sözünü hatırlamak isterim. Ermenistan bu yolu geçmeye hazırdır.
Saygıdeğer çalışma arkadaşları!
Ve en sonunda Ermenistan’da artık iki yılı aşkın bir süredir devam eden bir sürece kısaca değinsem ziyade olmaz sanırım. Sözlerim 2013 yılında başladığımız Anayasa reformlarına ilişkindir. Bugün süreç artık Parlamento görüşmeleri etabına ulaşmıştır. Önceki hafta Ermenistan’da tüm toplumun sanki ciddi anayasa uzmanına dönüştüğü intibası vardı; parlamentoda günlerce yoğun tartışmalar devam etmekteydi, bunlar tüm ülkede canlı yayımlanmaktaydı ve anayasa toplumsal-siyasi tüm düzeylerin gündemindeki hatta avlulada ve insanların konutlarında bir numaralı temaya dönüşmüştü. Bu yaygın aktivasyon tabii ki bizi sevindirmekte ve biz benzeri açık ve kapsayıcı çalışma stiline devam edeceğiz. Şimdi esas sürece ilişkin:
İnisiyatifte bulunduğumuz Anayasal reformların esas amaçları ülkede stabil demokratik sistemin tesisi ve hukuk devletinin temel taşını teşkil eden hukuk üstünlüğünün teminat altına alınmasıdır. Tarafımdan tesis edilen Uzmanlık Komisyonunun sunduğu taslakla iktidar dengelerinin gelişimi, hukuk ve sorumluluğun dengelenmesi sorunları çözümlenmeye çalışılmıştır. Komisyon tarafından amacı devlet yönetimini daha saydam ve demokratikleştirmeyi amaçlayan yeni parlamenter yönetim modeli önerildiğini söyleyeyim. Değişiklik taslağıyla parlamento ve hükümetin rolü artmakta, parlamenter azınlığın yetkileri esaslı olarak artmakta, toplumun devlet yönetimi işindeki rolü büyütmekte, yargı iktidarı, yargıç bağımsızlığını temin ve garanti eden yeni kurumlar hayata geçirilmektedir vb.
Geçtiğimiz 11 Eylül 2015’te Venedik Komisyonu, 2. Ön Raporunu açıkladı, burada özellikle ʺErmenistan Anayasa Komisyonu tarafından gerçekleştirilen çalışma oldukça yüksek niteliktedir, destek ve övgüye değerdir. Venedik Komisyonuyla samimi diyalog ve verimli değişim ortamı sürekli olmuş ve Anayasa Komisyonuna şu anda uluslararası kriterlere uygun bir metin hazırlanması olanağı sağlanmıştırʺ denmekte.
Benzeri yüksek takdir bizi gerçekte coşkulandırmaktadır. Her halukarda sunulan değişiklik taslağını dogma olarak gözlemlemiyoruz; siyasal güçlerle, toplumsal kuruluşlar ve tüm ilgili şahıslarla beraber görüşmeler dizisi gerçekleştirmeye isteklilikle devam ediyoruz. Şu anda alınan büyük miktardaki önerilerin değerlendirilmesi etabındayız ve nihai değişiklik paketinin artık yakın gelecekte bana sunulmasını bekliyorum.
Başlangıç olarak bu kadar, sorularınızı yanıtlamaya hazırım"