21 Ağustos 2015
Bu, Agos’un kapısını çalan bir kadının hikâyesi. Babası Vietnamlı, annesi Ermeni olan Annie Nguyen Thi, soykırımdan kaçarak Fransa’ya yerleşen anneannesi ve dedesinin izinde, Türkiye’ye geldi. Thi, belki ailesinin köyünün nerede olduğunu öğrenebilmek umuduyla, belki de sadece bizimle tanışmak için Agos’a uğramıştı. Bir sanatçı ve mimar olarak köklerine döneceği bu yolculuğu bir film haline getirecek olan Thi’ yle, Elazığ ve Merzifon seyahati öncesinde konuştuk. Thi, sessizliğin gücünü, kendisi için mahrem olan Ermeniliğin ne anlama geldiğini, belleğindekileri ve nesilden nesle aktarılan travmaları anlattı.
• Nasıl bir ortamda büyüdünüz?
Epey Ermeni bir ortamda büyüdüm. Anneannem ve dedem, doğduğum evin üst katında oturuyorlardı. Yemekler, sesler, görünümleri, sessizlikleri... İlk hislerimi onlardan aldım. Büyükannem pek fazla Fransızca bilmiyordu, büyükbabam biraz daha çok biliyordu. Ermenice, benim hayatıma onlarla girdi. Bu dili, hiç çabalamadan anladım. Ama anadilim olduğunu düşünürsek, daha iyi bilmem gerekiyordu. Büyüdükten sonra pek konuşmadım. Bu sene, 100. yıl nedeniyle Ermenilerle ilgili pek çok film ve konferans vardı. Kendimi çok garip hissettim, çünkü Ermeni olmak benim için toplumsal değil mahrem bir şeydi. Ermenice filmler izledim, mahrem olanın topluma mal olduğunu gördüm. Biraz da şizofrenik bir his benimki, çünkü sonuçta çok Ermeni var. Ama benim için çok mahrem bir konu bu. Bazen kendimi bir dinozor gibi, bu yüz yıllık hikâyeyi taşıyan bir hayvan gibi hissediyorum. Sonra birden fark ediyorum ki yalnız değilim; benim yaşadığım şeyleri başkaları da yaşıyor olabilir. Sessizliğin gücü... Sessizlik belirli bir anlam kazandığında daha güçlü oluyor. Mesela ben Ermenistan konusunda çok duygusalım. Bunun, bu konuda çok konuşmamamla ilgili olduğunu düşünüyorum. Kelimelerin olduğunda, hisler dışarı çıkacak bir mecra, akacak bir yol bulur. Kelimelerin olmadığında hisler daha güçlüdür, çünkü insanın içinde kalırlar.
• Yaşadığınız şehirde, Paris’te önemli bir diaspora topluluğu var. Yetişkinliğinizde böyle bir ortama girmediniz mi?
Büyükannemler çok cömert insanlardı. Paris’in güneyinde küçük bir evde yaşardık, oraya çok Ermeni gelirdi. Çok paraları yoktu ama anneannem 15 kişiye yemek hazırlardı. Küçükken elbette çok Ermeni tanıdım ama tarih hakkında pek bir şey bilmiyordum, politik bir bilincim yoktu. Aslında tarihle ilişkim tuhaf, çünkü bir yanım da Vietnamlı, ve oranın da çok zor bir hikâyesi var. Belki iki tarafın tarihine de mesafeli durdum. Çünkü yaşamaya devam etmek istiyor insan. Annem gibi... Annemin, ailesinin doğduğu topraklar hakkında çok duygusal olduğunu biliyorum; belki de tarihle yüzleşmesi gerekiyordu ama bunu yapmadı. Nesille ilgili bir durum bu sanırım.
“Önceki kuşak sessizlik kuşağıydı, şimdiki mücadele kuşağı”
• Bu açıdan kendinizi annenizden farklı mı görüyorsunuz?
Evet, ben psikanalitik olarak araştırdım meseleyi. Bu durumun pek çok psikolojik etkisi var üzerimde. İlginç olan şu ki, ben üçüncü nesilim ve gördüğün gibi hâlâ ağlıyorum. Yani benim için bu konudan bahsetmek hâlâ çok zor, ve bu beni de şaşırtıyor. Vietnamlıyım, Ermenilere benzemiyorum. Hatta bazen kendimi suçlu hissediyorum, “Diğerleri benden daha mı Ermeni acaba?” diye. Sanırım her neslin kendine özgü koşulları var. Önceki kuşak sessizlik kuşağıydı, şimdiki mücadele kuşağı. Dördüncü ve beşinci nesil daha da mücadeleci olacak. 24 Nisan’da Paris’teki anma törenlerine katıldım. Çocuklu bir baba gördüm, ‘Artık gözyaşı yok, mücadele var’ yazılı bir pankart taşıyorlardı. Bu benim için yeni bir şey, çünkü annem “Entegre ol, sessiz ol” derdi.
• Soykırımı, ailenizin yaşadıklarını öğrendiğiniz zamanı hatırlıyor musunuz? Belirli bir an var mı?
Anneannem çok cesur ve sessiz bir kadındı. Görünümüne yansıyan hüzün hissettirdi bana belki de yaşananları. Hikâyeyi nasıl öğrendiğimi hatırlamıyorum ama gözler çok şey anlatır. Anneannem çok özel bir insandı; onun hakkında, başkalarının bilmediği şeyler bildiğimi hissediyordum. Nasıl oluyor da onun hakkında annemden daha fazla şey biliyorum? Nesilden nesle aktarım ilginç bir şey.
• Peki ya dedeniz?
O fakir bir prensti. Çok rahat bir insandı. Hayatın keyfini çıkaran, mutlu biriydi. Neden bilmiyorum ama soykırımın daha çok anneannemi etkilediğini düşünüyorum. Çünkü onda karanlık bir şeyler vardı. Travmalıydı. Değirmencilik yapan bir ailenin kızıydı. Türkler geldiğinde bir yüklüğe saklandıklarını anlatmıştı. Çıt çıkarmamış. [ağlıyor] Bu hikâye neden benim için bu kadar güçlü, anlayamıyorum. Bu bir yandan benim hikâyem ama bir yandan da değil. Neyse, etraf sessizleştikten sonra çıkmış ve ailenin bütün fertlerinin öldürülmüş olduğunu görmüş. Bildiğim kadarıyla İstanbul’a gelmiş, sonra Avrupa’ya geçmiş.
• Anneanneniz ve dedeniz Fransa’da mı tanışmış?
Evet, Paris’te... Dedem Harputlu, anneannem Merzifonlu.
• Türkiye’ye gelmeye nasıl karar verdiniz?
Mimarlık okudum. ‘École pratique des hautes études’ de (EPHE) araştırma yapıyordum. Mekânın nesnelliği ve insanın mekânla ilişkisi üzerine bir ders için bir proje hazırlamam gerekti. Muğlak bir şeyin yavaş yavaş somut bir görünüm alması, şekillenmesinin anlatan bir film yapmaya karar verdim. Üçüncü nesilden; benim hissettiğim gibi bu belirsizlik nasıl bilince kavuşur, ondan bahsedeceğim. Ben aynı zamanda bir sanatçıyım. Sanatçı ne yapar? Güçlü ve gerçek bir şeyden bahsetmek istiyorsa, kendinden bahseder. Kendim hakkında konuşmayı pek sevmem ama bu yapacağım şeyin sadece benim için değil, benim gibi sessizlik içinde büyüyen diğer insanlar için de önemli olduğunu düşünüyorum. Toplumsal olanın ideolojiden değil, derinlere kök salan deneyimlerden geldiğine inanıyorum. Coğrafi olarak bir mekânın gerçek görünümü ile benim tahayyülümdeki halini karşılaştırmak istedim. Sorun şu ki, hayalimde anneannem ve dedemin yaşamıyla ilgili hiçbir şey yok. Köylerinin bugünkü ismini bile bilmiyorum. Hiçbir kesin bilgi yok. Anneannemin değirmeni olduğunu, dedemin rakı içtiğini, muhtemelen zengin bir çiftçi ailesinden geldiğini biliyorum.
• Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Var. Bellekler soykırıma uğratılamayacak. Artık bu mümkün değil. Ve burada bana yardım eden insanlar bulduğum için çok mutluyum.
Agos