09 Temmuz 2015
Bahçeli`nin "Gençler işte..." deyip sevimli hale getirmeye çalıştığı kimseler göründüğünden çok daha geniş bir kitlenin zihin dünyasını yansıtıyor.
Her şey, geçen hafta Türkiye Dışişleri’nin yayınladığı bir açıklamayla başladı. Diyordu ki, Çin devleti Uygur Türkleri’nin İslam dininin gereklerini yerine getirmesini engelliyor, oruç tutmasına izin vermiyor.Çin Dışişleri böyle bir genel uygulamanın katiyen olmadığını söylese de, din özgürlüğüne ket vuran bir tavrın çeşitli devlet dairelerinde ve iki okulda sergilendiği Batı basınında da yer aldı.Her türlü özgürlüğün kısıtlanmasına ilkesel olarak karşı durmak konusunda bir fikir ayrılığı yoktur medeniyette.Ve fakat bazı özgürlükleri savunup, bazılarına ‘şiddetle’ karşı çıkan gayri medeni ve azgın bir kitlenin bu meseleden feci bir vazife çıkardığına şahit oluyoruz son bir haftadır.Bilmemek yahut bilgiyi önemsememek, şiddet kullanmak için bahane aramak da var işin içinde elbette. Ama asıl konu o değil.
Adım adım gidelim.
Önce sosyal medyada “Çinliler Uygur Türkleri’ne işkence ediyor” mesajlarıyla korkunç fotoğraflar paylaşılmaya başlandı.
Boğazına urgan, ellerine çivi geçirilmiş yarı baygın bir kadının fotoğrafı… Tepesinde şöyle yazıyor: “Doğu Türkistan’da bir soydaşımıza yapılan insanlık dışı işkence.”Halbuki doğru değil. Bu fotoğraf 2004’te Chicago’da çekilmiş. Çin’deki baskıcı yönetimi protesto etmek üzere yapılmış bir sokak performansının fotoğrafı. Doğru Türkistan ile ilgisi yok.Başka bir fotoğraf: Boynundan tuğlalar sarkıtılmış bir genç kadın, kollarından parmaklıklara bağlanmış. Fotoğrafın üzerinde şöyle yazıyor: “Doğu Türkistan Uygur’dan bir Müslüman kızı. Bağlandığı tuğla, boynundaki zincir, gördüğü işkence. Haydi Müslümanlar almaz mısınız bir Çin Malı?”Halbuki ne alakası var. Spiritüel bir egzersiz olan Falun Gong’un yasaklanmasını protesto etmek üzere yapılmış bir yağlıboya tablo sözkonusu olan. Ortada ne bir fotoğraf var, ne de oruç tutması engellenen Müslüman kız.
Amma velakin, bu fotoğraflar yayıldı yayıldı ve…
Sonuçta Tophane’deki bir Çin restoranına saldırdılar. “Burada Çin lokantası istemiyoruz” diyerek cam çerçeve indirdiler. Tartakladıkları aşçının bir Uygur Türk’ü olması da işin ironik yanıydı.Ardından Sultanahmet’te ‘Çinli avına’ çıktılar. Doğal olarak, buldular. Türk bayraklarını sırtına geçirmiş bir erkek güruhunun elinden zor kurtulan kadın gülümseyerek “Ben Çinli değil, Koreliyim” diyebildi.
Türkiye topraklarında buldukları Çinlileri ‘indirmek’ suretiyle Doğu Türkistanlıların Müslümanlığını korumayı amaçlayan bu grupların Alperen ve Ülkü Ocakları mensubu olduklarını biliyoruz.Zira bu saldırıların ardından ‘ocaklarına’ boydan boya şu pankartı asmışlardı: “Burnumuzda tütüyor Çinlinin kan kokusu.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, tüm bu olaylar karşısında, -bizim kadar sarsılmamış olacak ki-, ‘babacan’ bir tavır takınıp ‘yaramaz’ evlatlarını sarmaladı: “Bunlar genç çocuklar. Birisi sürükler, bunlar da arkasından gidebilir. Hem Koreli ile Çinliyi ayırt edecek özellik nedir? Çekik göz... Baktı ki ikisi de çekik göz... Fark eder mi efendim?”Koreli ile Çinli’yi ayırt edememenin ve bir çekik gözlü ile diğeri arasında fark gözetmeyen milliyetçiliğin hayatta gülünç bulunabileceği anlar olabilir.Ama şu an o an değil.
ÇÜNKÜ: Çinliler üzerinden son bir haftadır yaşadığımız olaylar silsilesi bu memleket ve insanıyla ilgili çok vahim bir his dünyasını aydınlatıyor.
ÇÜNKÜ: Bahçeli’nin “Gençler işte…” deyip sevimli hale getirmeye çalıştığı kimseler göründüğünden çok daha geniş bir kitlenin zihin dünyasını yansıtıyor.
O zihin dünyası çok da uzak olmayan mazilerde, çok da uzak olmayan yerlerde dükkanlarına “Yahudiler ve köpekler giremez” asmıştır.
O zihin dünyası her gün çeşitli gazetelerde “affedersiniz Ermenilere, affedersiniz Rumlara” hadlerini aşmaması gerektiğini açık ya da ima yollu ifadelerle belirtmiştir.O zihin dünyası Kürt işçileri döve döve mahalleden kovmuştur, Alevilerin kapısına çarpı atmıştır.
Artık bazı cümleleri eğip bükmemek gerekiyor.
Biz yabancılardan korkan, zenofobik bir toplumuz.
Biz azınlıklarını hor gören, haklarını vermemek için takla üstüne takla atan bir toplumuz.
Bizim ‘misafirperverlik’ diye övündüğümüz şey aslında bir tür ‘tahammül etme’ halinden öte değildir.
Bugün bu topraklarda 1.5 milyon Ermeni vatandaşın sadece 70 bini, 120 bin Yahudi vatandaşın 22 bini, 1.5 milyon Rum vatandaşın sadece 1400’ü yaşıyorsa, onlara da her gün kötü ve eksik hissettiriliyorsa…
Biz, Sünni heteroseksüel erkekler dışında kalan toplumun geniş kısmı için ferah bir ülke değiliz.
Bizi Sünni Müslümanların uğradığı haksızlıklar dışında hiçbir şey ilgilendirmiyor.
Artık bazı cümleleri eğip bükmemek gerekiyor:
Biz en küçük bir kıvılcımla ırkçılık cehennemine dönüşme potansiyeli olan bir ülkeyiz.
Radikal