15 Haziran 2015
Adil Hafıza İnisiyatifi, 1915 Büyük Felaketi‘nin 100. yılı yaşanırken İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ramazan Yıldırım ile İslam’ın gayrimüslimlere bakışını ve Ermeni-Müslüman ilişkilerinin dününü, bugününü ve geleceğini konuştu.
İslam’ın gayrimüslimlere bakışını anlayabilmek için, Müslümanların uygulamalarıyla, İslam’ın öğretilerini özdeşleştirmemek gerektiğini vurgulayan Yıldırım, tarihsel süreç içerisinde Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki ilişkinin siyasal birliktelik üzerinden şekillendiğini ifade ediyor. Hiçbir kimliğin insan için bir imtiyaz sebebi veya mağduriyet aracı olamayacağını söyleyen Yıldırım, tarihle yüzleşip geçmişimizden düşmanlıklar üretmeyi hakkıyla unutarak ortak bir dil inşa etmenin önemine vurgu yapıyor. İşte röportajdan bir bölüm…
EMPERYALİZM SÖMÜRMEK İSTERSE ÖNCE BİLİNCİNİ ALIR
Ali Şeriati’nin “Bilinç ve Eşekleştirme” diye bir kitabı var. Eserinde «Emperyalizm bir yeri sömürmek istiyorsa önce bilincini alır ama o bilincin alınması Emperyal sistemin elinde değil, benim elimde» der. Ancak ben kendi bilincimi ona teslim edersem alabilir. Malik bin Nebi de aynı hususu «sömürgeciliğe elverişlilik ortamı» kavramıyla analiz eder. İşte o sömürgeciliğe elverişli ortamı hazırlayan biziz. Dolayısıyla 19. yüzyılda, özellikle Birinci Dünya Savaşı bütün coğrafyamız için büyük bir felaket. Ama bu felakete giden sebepleri önce kendimizde aramak lazım. Orada büyük felaket diyebileceğimiz o tecrübe yaşandı. Sorunların çözümü için şiddete başvuruldu. Yani bu aslında bu coğrafyanın geçmişinin inkârıdır. Çünkü 13-14 asır beraber yaşamış, sanattan zanaata birçok alanda komşuluğun ötesinde bir ilişki kurmuş halklar birbirine düşman kesiliyor. Bu, iki milletin ocaklarında pişirdikleri ortak yemek kültürüne bile ihanettir. Böyle bir yapı içerisinde maalesef bu acılar yaşanıyor. Bu acı dinî bir ayrılık üzerinden yaşanmadı. Çünkü Ermenilerin Müslümanlarla olan tarihlerinin başlangıcında dini birliktelik yoktur. Ortak bir dini kimlikleri de yoktur. O zaman bu ilişkileri zedeleyen olaylar da dinsel değil, siyasîdir. Yani siyaset bu halkları bir araya getirmiş ve aynı zamanda ayırmıştır. İyi kullanıldığı takdirde birleştirici olan bu unsur, zamanla ayrıştıran bir unsura dönüşmüştür.
YENİDEN BU DOSTLUĞU İNŞA ETMEMİZ GEREKİYOR
Aslında mesaj bu, bunun anlatılması gerekiyor. Biz diyoruz ki 1915 yılında büyük bir felaket yaşandı. Bununla maddi-manevi yüzleşilmesi gerekiyor. Aynı zamanda Ermeniler ile Müslümanların ilişkilerine bakarken tüm ilişkileri 1915 üzerinden okumayalım. 1915 öncesinde yüzlerce yıl öncesine dayanan ortak bir beraberliğimiz var. Biz tüm ilişkilerimizi 1915’e endekslersek o zaman hem Ermenilerin hem de diğer halkların tarihsel hafızasına da bir şekilde set vurmuş oluruz. Bu bağlamda 1915 büyük felaketini ve yaşanılan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu süreci değerlendirirken iki şeyi birbirinden ayırt etmek lazım. Batı’daki diasporanın kullanmış olduğu yani artık burasıyla bağını koparmış, kültürel olarak da farklılaşmış ve bu coğrafyanın insanı olmaktan bilinçli bir şekilde vazgeçmiş, ideolojik ve intikam almaya yönelik kurgulanmış bir dilin sahibi olan Diaspora ile sorunun birinci derecedeki muhatabı olan bu coğrafyadaki Ermeniler… Şimdi burada bir şeye karar vermemiz lazım; acaba biz birbirimizi dövmek ve dışlamak için mi malzeme toplayacağız yoksa geçmişte yaşadığımız acıyı ortaklaştırmak, tekrar o acıları yaşamamak ve o acılardan doğan mağduriyetleri gidermek için geçmişimizle yüzleşerek mi malzeme toplayacağız? Tarih böyle bir şey. Yani tarihin sepetinden size lazım olan her türlü malzemeyi bulabilirsiniz. Yeter ki oraya giderken ne alacağınıza karar verin. O açıdan yeni dili inşa ederken bu halkların bin yıllık beraberliklerinin merkeze alınması lazım. Aynı sorun sadece Müslüman-Ermeni ilişkilerinde değil sonuçları itibariyle daha küçük ölçekli de olsa Müslümanlar içerisinde de yaşanıyor. Bugün Suriye’de 300-350 bin insan öldürülmüş. Öldüren de öldürülen de aynı dine mensup. Irak’ta hakeza… Bu coğrafya böyle gerilimli bir coğrafya. Dolayısıyla eğer meseleye çözüm için bakılacaksa yerel dinamiklerle bakmak lazım. Mesela “Bu Ermeni olduğu için böyle yaptı, bu Hıristiyan olduğu için böyle yaptı. Ben de Müslüman olduğum için böyle yaptım” dili doğru ve adil bir dil değil. Tabi burada bizler siyasî irade ortaya koyacak bir yetkiye sahip değiliz. Ama en azından siyasî irade sahipleri üzerinde bir baskı kurup bu sorunun ortak bir acı olarak kabul edilmesini ve adil bir çözüm bulunmasını sağlayacak siyasetçilere destek olabiliriz. Kültürel zeminde ortak bir hafıza oluşturmamız ancak bu şekilde mümkün olabilir. Hemşehrim Hrant Dink’in bize ait olan bu sorunun yine bize ait olan bir çözümü için inşa etmeye çalıştığı bir dili vardı. Hrant, bu coğrafyanın insanıydı. Hatta Hrant’ın akrabalarının üzüm bağlarıyla benim akrabalarımın üzüm bağları aynı bölgedeydi. Yıllarca kapı komşusu olarak beraber yaşadılar. Malatya’da biz bunu gördük. Komşuluğun ötesinde bir dostlukları vardı. Bu dostluğu yeniden inşa etmemiz gerekiyor.
HİÇBİR KİMLİK İNSAN İÇİN BİR İMTİYAZ VEYA MAĞDURİYET SEBEBİ DEĞİLDİR
Yüzyıllık tartışılan bir konu üzerinden ortak bir dil geliştirmek önemli. Bu dilin inşasıyla ilgili son dönemde ortak acı, ortak vatan, adil hafıza gündeme geliyor. Bu anlamda ortak dilin inşa edilmesi için hangi adımların atılması gerekiyor? İkinci olarak son yüzyılda «Ermeni» kelimesi bazen aşağılayıcı bir kavram olarak yerleştirildi zihinlere. Ve bunu dindar toplum da kullandı. 1915 öncesi kadim akrabalık ilişkisi ve ortak vatan anlayışından «düşman Ermeni» algısına nasıl gelindi? Bunu nasıl aşabiliriz?Bu ortak dilin inşa edilmesinin birinci yolu, sorunun adını koymak değil zihinlerimizi bu çizilmiş çerçevenin dışına çıkarmak ve teorik bir çerçeve çizmektir. İkincisi ise yaşanmış acılara sürekli gönderme yapmamak ve oradan kin üretmemektir. Bu coğrafyanın önemli bir özelliği var. Acılarını kine, nefrete, düşmanlığa dönüştürme hali arızî bir durumdur. Doğal olan o acıları unutmaktır. Bakın bir hatıra geleneğini buna örnek gösterebiliriz. Mesela bizim coğrafyamızda acıların hatırası yazılmaz. En fazla türküsü söylenir. Ağıtları vardır. O ağıtlar katil bile olsanız dinlediğinizde sizi katil kimliğinizden utandırır ve uzaklaştırır. Bugün gerçekten sırf Ermeni olmaktan veya sırf Kürt olmaktan veya sırf Rum olmaktan kaynaklanan problemler nelerdir? Bunların tespit edilmesi lazım. Hiçbir kimlik bir insan için imtiyaz ya da mağduriyet sebebi olamaz. Burada siyasî iradenin adım atması gerekiyor. O kimlikten kaynaklanan mağduriyetlerin giderilmesi lazım. Ermenistan’la olan ilişkilerin iyileşmesi için mesela sınırlar açılsın, mesela Amerika’daki green kart benzeri bir vatandaşlık verilsin. Sadece Ermenilere değil, Gürcülere de; Ortadoğu coğrafyasındaki Kürtlere de; Türkmenlere de verilsin. Burası bir ortak iç kaledir. Sadece gayrimüslimler açısından düşünmeyelim bunu. Son yüzyıl boyunca bu iç kalede yaşayanların kale dışında kalmış akrabaları, başı ağrıdığı zaman soluğu burada almıştır.Artık birtakım somut adımların atılması gerekiyor. Biz kültürel olarak bunun alt zeminini hazırlayalım. Ama bizim de gücümüz bir yere kadar. Entelektüellerin yapabilecekleri de bir yerde biter. O açıdan bu süreçte top siyasetçilerdedir. Tabi siyasetçileri de yönlendiren, destekleyen bir sivil destek gerekiyor. Onların yapmış oldukları iyi icraatları destekleyen, gerilime yol açacak politikalarına karşı çıkan, açıkça eleştiren ve onlara alan açan bir zeminin oluşturulması gerekiyor.
ORASI ÇOK MAYINLI BİR ALAN
Toplum olarak bunu aşmanın yolu bir algı değişimidir öncelikle. Bu açıdan kimlikleri dışlamayan ve özgürlük alanı açan o öze tekrar bakılması mı gerekiyor?
Sosyal kesimler açısından bir tanımlama yapacaksak ya da bir okuma biçimi geliştireceksek, ben dindar kesimin bu sorunla daha rahat yüzleşeceğini ve hatta yüzleşme emareleri gösterdiğini düşünüyorum. Bu sorunlar dinden kaynaklanan sorunlar değildir çünkü. Bunun farkında olup o tarihsel tecrübeyi de iyi kavrarsak çok rahat bir şekilde inisiyatif alabilir ve sorunları çözmenin kapılarını aralayabiliriz. Bu konuda milliyetçi kesimin, ulusalcı kesimin ya da diğer ideolojik kesimlerin bagajlarının dindar kesimden daha dolu olduğunu düşünüyorum. Onlar da bugüne kadar kendi sorunları özelinde siyasal bir dil oluşturdular. Farklı mağduriyetler yaşayan dindar kesimin, kendi mağduriyetlerini gidermek için oluşturduğu siyasal dili diğer mağduriyetleri de gidermek üzere genişletmesi gerekir. Ben dindarların buna olumlu bir katkı yapabileceklerini düşünüyorum. Mesela Diyanet ya da dindar çevrede etkili olan aktör ve kurumlar üzerinden gerek Diaspora ile gerekse Ermenistan’da yaşayan Ermeniler ile bir köprü kurulabilir. Tabi şuna da dikkat edilmesi gerekiyor. Orası çok mayınlı bir alandır. Yani masaya oturduğunuz andaki duygular çok önemlidir. Allah korusun; eğer farklılıkları ön plana çıkarmaya yönelik bir din dili inşa edilirse daha tehlikeli bir süreç yaşanabilir. Ama farklılıkları tek tipleştirmeden, olduğu gibi kabul edip ortak bir paydada bir araya gelinirse ilişkilerin düzelmesinde önemli adımlar atılabilmesi mümkündür.
ORTAK BİR DİL İNŞAASI İÇİN OTURUP DÜŞÜNMEK GEREK
Bu kapsamda geçen yıl Erdoğan’ın verdiği bir taziye mesaj vardı. Taziye mesajının dili acıları yarıştırmadan ortak acılar üzerinden acıların paylaşılmasını içeriyordu ve bu alanda bir ilki de başlattı. Buna benzer bir dil ve mesaj Türkiye’deki Diyanet ile Ermeni Katolikosu arasında geliştirilebilir mi?
Olabilir, o konuda çok geç kalındığını düşünüyorum. Prensip olarak ve teolojik açıdan baktığım zaman dinlerarası bir diyaloğun olabileceğini düşünmüyorum. Bunun yerine farklı dinlere mensup dindarlar arasında başlayacak olan bir diyaloğun daha sahici olduğuna inanıyorum. Maalesef bu ülkede dinlerarası diyalog, çok çabuk ve ucuz tüketildi. Çünkü bu konuşulduğu zaman milletin aklına Vatikan geldi, Batı Hıristiyanlığı geldi. Yani yüzlerce yıldır kapı komşusu olan diğer dinlere mensup insanlarla bir diyalog kuramadı. Onun için yapay kaldı ve kalıcı olmadı. Tabi bu dilin inşaa edilmesi kolay değildir. Çünkü müslümanların da mezhep ayrılıkları, farklı tarikatları ve cemaatleri var. Kendi aralarında ve kendilerini ilgilendiren ortak meseleler konusunda bile doğru düzgün bir diyalog geliştiremiyorlar. Şimdi bunu inşa edemeyen dindar kesim, başka bir dinin mensuplarıyla nasıl ortak bir dil inşa edecek? Oturup bunu da düşünmek gerekiyor.
ORTAK GEÇMİŞTEN OLUMLU ÖRNEKLER ALINIP, YAYINLANABİLİR
Son olarak 2015 yılı, 1915 Büyük Felaketi‘nin 100. yılı. Ermeniler dünyanın farklı bölgelerinde anma etkinlikleri organize ediyor. Bu süreçte hem siyasilerin hem sivil toplumun bu meseleyle ilgili hangi adımları atmasını bekliyorsunuz?
Güven tesisi sağlanması açısından özellikle halklar üzerinde etkili olan STK’lar aracılığıyla her iki tarafı da kapsayabilecek birtakım alan çalışmaları yapabilir. Ortak geçmişten olumlu örnekler alınarak Ermenice ve Türkçe yayınlar yapılabilir. Diğer taraftan Diyanet’e de burada önemli bir rol düşüyor. Her türlü siyasi mülahazanın üzerinde kalmak şartıyla ülkelerin resmi dini kurumları ve temsilcileri arasında ortak bir zemin arayışına gidilebilir, karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilebilir ve dinlerin aşkın, yüce değerlerinden hareketle sıcak mesajlar verilebilir. Semavî dinlerin bu sıcak mesajları ve dindarlar arasındaki diyaloğu teşvik edici potansiyelleri vardır ve bunun harekete geçirilmesi gerekmektedir. Çünkü Ermeniler ile Müslümanlar arasındaki sorunların başat sebebi teolojik değildir, siyasidir. Temel motivasyonu siyasî olan çatışmaların ve gerilimlerin sürdürülmesi için teolojik farklılıklar istismar edilmiş ve karşılıklı olarak öldürücü bir silaha dönüştürülmüştür. Herşeyden önce dinlere olan saygımız ve onların temel mesajlarına olan hürmetimiz gereği dinleri veya mezhepleri bu siyasî çatışma ve gerilimlerin kirinden arındırmamız gerekmektedir. Din arındırır, kirletmez. Onu kirletenler ve arınma kaynağı olmaktan uzaklaştıranlar insanlardır.Başlatılacak olan bu süreç bizleri barışa daha da yakınlaştıracaktır diye düşünüyorum.
Sizlerin barış yolunda yaptığınız bu çalışmalar da çok önemli. Halklar arasında barışa köprü olacak adımlar sizin gibi inisiyatifler üzerinden daha şeffaf atılabilir. Kolaylıklar diliyorum.
Haber10