03 Haziran 2015
“20. yüzyılın ilk soykırımının Ermenilere yapıldığını” söyleyen Papa’nın ardından Ermeni tasarısını kabul eden Avrupa Parlamentosu (AP)’nun Türkiye’ye yaptığı “soykırımı tanı” çağrısı, Türk-Batı ilişkilerinde yeni bir kriz dalgası olarak ortaya çıkarken; diğer taraftan, “tarihsel hafıza”nın hatırlanması ve milli reflekslerimizin bir kez daha devreye sokulması itibarıyla da gündemdeki yerini almış durumda.
Oysa, düne kadar tarihsel hafızamızı silmeye yönelik yoğun bir kampanya söz konusuydu. “Tarihle-gerçeklerle yüzleşme”, “ortak acılar”, “acıları paylaşma” gibi “masumane” ve “insancıl” ifadeler baya revaçtaydı.Nitekim demokratikleşme ve dış politikada “normalleşmenin” bir gereği, hatta sonucu olarak tek taraflı ve çarpıtmalara dayalı bu sürecin sonucunda ülke içinde başta genç nesil olmak üzere, iç kamuoyu ve siyaseti hedef alan lobi ve baskı gruplarının varlığı ve ortaya koydukları çıkışlar ortada.Bu gruplar, başta medya ve sivil toplum desteğini önemli ölçüde arkalarına almak suretiyle, uluslararası bazda Ermeni lobilerinin yürüttüğü faaliyetlerin ve buralarda kullandıkları tez-söylem ve kavramların benzerlerini Türkiye’de de kullanmaya başlamış durumdalar.
İçerik
Öyle ki, ABD Başkanı Barack Obama’nın 24 Nisan 2009’daki konuşmasında ve sonraki 24 Nisan’larda yaptığı konuşmalarda kullandığı “Büyük Felaket” ifadesi, Türkiye’de yürütülen “Özür Kampanyası”nda bile dile getirildi. Oysa bu ifade, Ermenilerin 1915 olaylarını tanımlamak için kullandıkları Mets Yeghern’in Türkçe karşılığı olan “soykırım” yerine kullanılmakta.
Kaleyi içten fethetmek!
Türkiye’de bu ifadenin kullanılıyor olması bile, bizler açısından gelecek adına “büyük bir felaket”. Dış dünyada yürütülen ve sesi daha baskın gelmeye başlayan bu kampanyanın içeride de bu kadar destek görmesi ve buna karşın ecdadın adeta savunmasız bırakılması, bu açıdan dikkat çekici.
Nitekim Papa ve AP sonrası birçok kesimin (başta sivil toplum örgütleri ve bir takım “duyarlı”, “vicdani” yönü ağır basan “entelektüeller” olmak üzere – onlara “aydın” diyemiyorum) bu son iki olayda ortaya koydukları “tepkisizlik” ve “derin sessizlik” ortada…
Tek taraflı, yargısız infaz sürecinin birer parçası konumuna düşmek diye ben buna derim. “Gerçekliği ispat edilmiş doğrular” adı altında önce tarihin, sonrasında da hukukun parlamentolar üzerinden katledilmesi, ya da onların tabiriyle soykırıma tabi tutulması, belki de bu demek!
Vatikan’ın tekrar dünya siyasetinde etkin bir yer edinme çabaları ve AP’nin açıkça ırk ve din ayrımcılığı yaptığı bir ortamda, Türkiye’deki “demokratların” ve başta meslek odaları olmak üzere, sivil toplum örgütlerinin anlamlı suskunluğunu bir kez daha düşünmek gerekiyor!
Hedef, “Yeni Türkiye” Vizyonu….
Gelinen aşama itibarıyla bu kampanyanın tarafları artık sadece Batılı aktörler, Ermeni diasporası-lobileri, Ermenistan devleti ve diğerleri değil. İçimizde de neredeyse “çeşitlilik”, “yüzleşme”, “demokrasi ve ifade özgürlüğü” adı altında bir o kadar kesimin de var olduğu artık görülmeli.
Çünkü bu husus, önümüzdeki süreçte Türkiye’yi daha da zorlayacak. Bundan ötürü Ankara’nın işi, düne göre daha zor. Artık, önünde uğraşması gereken bir de “iç kamuoyu” boyutu var ve bunların sayısı günümüz ülke içi koşulları ve uluslararası ortam itibarıyla her geçen gün daha da artacağa benziyor.
Kavram karmaşası, tarihi çarpıtma ve hukuku iğdiş etme suretiyle parlamentolar ve Vatikan (Kilise) üzerinden yürütülen bu kirli kampanyanın hedefi elbette sadece Osmanlı değil. Burada, ecdadı üzerinden tarihsel misyonu bitirilmek istenen bir nesil ve yeni bir Türkiye vizyonu söz konusu.
Diğer taraftan, Türkiye’deki bu “tepkisel süreç” nereye kadar devam eder, açıkçası belli değil. Anlık tepkilere dayalı bir dış politika anlayışının bizi getirdiği nokta ne yazık ki bu. Yeni bir dalga, tekrar Türkiye’yi eski pozisyonunu almaya zorlayabilir. Çünkü mesele göründüğü gibi Türkler ve Ermeniler arasında değil.
Turkuaz Haber Ajansı