01 Mart 2015
Ana dili Türkçe olmayan çocukların karşılaştıkları tutuma ilişkin anlatılamamış çok öykü var. Antakya’dan bir örnek: Yeni başladığı okulda farkında olmadan Arapça konuşan bir çocuğa öğretmeni, “Bir daha Arapça konuştuğunu duyarsam dilini keserim” der. Çocukcağız günlerce dilinin kesilebileceğini düşünür. Sonra, “Öğretmen dilimi kesebilir mi?” diye ağabeyine sorar. Ağabeyi belki şaka niyetine, belki öğretmenin otoritesi sarsılmasın diye, “Evet, kesebilir” der. Öğretmenin dilini kestiği geceleri rüyalarına bile girer.Ana dilsiz bırakılmanın kaç çocuğun başına geldiğini, kaç çocuğun rüyalarında dilinin kesildiğini bilmiyoruz. Ama bu tutumun yaygın ve cumhuriyet kadar eski olduğu ortada. Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz’de ana dili Rumca olan çocukların başına gelenleri gözler önüne serer. Mübadele ile Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen bir çocuk Honaz’da yaşadıklarını şöyle anlatır:İlkokula başladığımın ilk günüydü. Öğretmen bana bir soru sordu. Ne sorduğunu anlayamadım. Rumca olarak: “An gataleveno!” (anlamıyorum) yanıtını verdim. Küplere bindi. Üstüme yürüdü: “Tuuu senin yüzüne! Ne biçim Türksün sen? Türkçe bile bilmiyorsun!” deyip alnıma tükürdü. Hâlâ şu an bile, alnımda serinliğini duyar gibi oluyorum... O kadar dokunmuştu bana… (s.256-257)
Ana dili Türkçe olmayan çocuklar için kendi adlarını söylemek, hatta “anne” demek bile sorun olabilir. Anjel Dikme bunu şöyle anlatır:
Kumkapı’da komşularımızın çocukları “pis gavur” derlerdi bana, öfkelenirdim. ‘Anne’ ve ‘Ermeni’ sözcüklerini hiç sevemedim. Sokağa çıkmadan mamam tembihlerdi. “Sokakta ‘mama’ demeyin” diye. Asi ruhlu bir çocuktum, inadına “mama” derdim. ‘Ermeni’ ise, malum, içi en kötü anlamlarla doldurulmuş küfür ifadesi olarak kullanılan bir sözcüktü çocukluk hafızamda. Burhan bakkal vardı, Laleli’de oturduğumuz evin karşı köşesinde. Bir Zadig günü onu ve eşini kilisede gördüğümde yaşadığım şaşkınlığı unutamam. Evimizin tam karşısında bir sobacı vardı, onun da Hay olduğunu kimse bilmezdi. Neden saklanıyordu ki bu insanlar? Ben saklanmayı hiç sevmedim. Nüfustaki Türk ismimle saklanmam kolaydı, ama ikiyüzlü bir duruş olarak algıladığım için o ismi hep reddettim. (Agos Kitap/Kirk, Mayıs 2011, s.16)
Bir çocuğun ana dilini konuşmasının bir hak olarak görülmesi gerekirken, ana dilinin yasaklanması çocukların üzerinde baskı kurulması ve onlara kötü muamele yapılması için gerekçe olarak kullanılmıştır. Ana dili Kürtçe olan çocukların çoğu bunu çok iyi bilir.Birinci sınıftan itibaren sekiz yıl, Muş Korkut Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’nda okudum. Okula ilk gittiğimde Türkçe bilmiyordum. Annem Çerkes, babam Kürt. Anlıyordum, ama cevap veremiyordum. (Ceza olarak) saç kesmeler, sıfıra vurmalar, hepsini yaşadım… Kürtçe şiir yazıyordum. Tansu Çiller zamanında baskılardan korkup bunları sakladım… 76’da sadece ‘Kürdüm’ dediğim için bir elime 280 sopa yedim. Bunu da ben sayamadım, arkadaşlarım saymış. Altıncı sınıf çocuğuydum. Adamın yüzüne bakamadım, hıncımdan, sinirimden dudaklarımı yedim. (Toplumsal Barışın İnşasında Öğretmenlerin Rolü – Kürt Meselesi Okula Nasıl Yansıyor? HYD, Eylül 2013.)
Bugün toplum çok boyutlu bir dilsiz bırakma kampanyası ile karşı karşıya. Ana dilleri önündeki engellerin kaldırılması bir yana, topluma bir de Osmanlıca dayatılmak isteniyor. Dahası kitlelerin sessiz bırakılması için kapsamlı bir sindirme politikası uygulanıyor. Kadınların susturulması ve dilsiz bırakılması isteniyor. Çocukların ve gençlerin de susturulması isteniyor. “Yeni Türkiye” için her türlü muhalefetin dilsiz bırakılması, hatta dillerinin koparılması isteniyor.“İç Güvenlik Paketi” adıyla getirilmek istenen bütün düzenlemeler sessiz, dilsiz bir toplum projesinin yapı taşları. Bugün ana diline sahip çıkan her bireyin, söz söyleme ve itiraz etme hakkına da sahip çıkması gereklidir.
Evrensel