04 Şubat 2015
Hayatta en zor şeylerden biri, hiç hazzetmediğiniz birinin belli bir konuda haklı olduğunu kabul etmektir.
Geçen hafta, Doğu Perinçek, 1915’te Osmanlı Ermenilerine karşı bir soykırım gerçekleştiğini inkâr ettiği için Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) kendisini savunurken, bunu yaşadım.
AİHM’nin geçen haftaki oturumu, ifade hürriyeti ve ‘Ermeni soykırımını inkâr etme’ hakkı üzerine çok uzun süren hukuki bir mücadelenin son perdesiydi. Perinçek, 2005’te İsviçre’deki birkaç konferansta konuşmuş ve ‘Ermeni soykırımı fikri’ni “uluslararası bir yalan” diye nitelemişti. Müteakip yıllarda İsviçre mahkemeleri, Perinçek’i tarihi hakikatleri inkâr etmekten ve bunu yaparak ırkçı bir şekilde Ermenilere karşı ayrımcılık yapmaktan suçlu bulmuştu; temyizde de sonuç değişmedi.
Perinçek, İsviçre mahkemelerinin kendisinin ifade hürriyetini ihlal ettiği şikâyetiyle 2008’de AİHM’ye başvurdu. Aralık 2013’te mahkeme Perinçek’in haklı olduğuna hükmetti. O zaman da İsviçre, davayı AİHM’nin en üst seviyesine taşıma hakkını kullandı. Büyük Daire, 28 Ocak’taki duruşmayı gerçekleştirdi; birkaç ay içinde nihai bir karar verecek.
Açık konuşayım: Bence Perinçek, tamamen reddettiğim ve sıklıkla zerre kadar hoşlanmadığım düşüncelere sahip, bana göre haklı nedenlerle, geçmişte her türden kirli işlerle bağlantılarından dolayı, Ergenekon davasının bir parçası mahiyetinde mahkûm olan ultra milliyetçi bir komplo teorisyeni, hatta bu işin uzmanı. Ama bu davada haklı: Onun ve onunla aynı fikirde olan diğerlerinin, kamuoyuna açık bir şekilde, 1915 olayları ile ilgili olarak, Perinçek’in duruşmada daha kibarca ve tam olarak belirttiği üzere, “yasal soykırım kategorisine uymadığını” söylemelerine izin verilmeli.
Perinçek ile hemfikir olup olmamanız önemli değil. AİHM de 2013’teki kararında “1915 olaylarının ‘soykırım’ olarak yasal bir şekilde tanımlanmaya uygunluğu” konusunda karar vermenin görevi olmadığını açık bir şekilde belirtmişti. Mahkeme soykırımın doğruluğunun ispatı zor olan çok dar bir hukuki kavram olduğunu, bu yüzden konuşmaya ve tartışmaya açık olduğunu vurgulamıştı. Büyük Daire’nin bundan başka bir sonuca varması zor olur.
Perinçek ve ifade hürriyetini kullanış şekli hakkındaki şahsi nahoş hislerim bir yana, beni gerçekten endişelendiren başka bir şey var. Perinçek Strasbourg’da zafer anını yaşadı, ama hâlâ marjinal bir figür. Benim korkum, Türk devletinin, resmi inkâr politikasının, kuvvetle muhtemel, bir kez daha AİHM tarafından geçerli kılındığı sonucuna varacak olması.
Unutmayın: Perinçek Strasbourg mahkemesine döndüğü andan itibaren, Türk hükümeti yargılamaya üçüncü taraf olarak müdahil oldu. Perinçek’e destek vermek üzere geçen haftaki oturumda hem AKP’den hem de CHP’den üst düzey temsilciler hazır bulundu. Sanki kasıtlı olarak, bu dava sadece İsviçre’ye karşı Perinçek davası değil de, bütün Türk siyasi yapısına karşı dünyanın geri kalanının davası gibi görünüyor.
Bu zihniyetle, Perinçek’in zaferi, otomatik olarak Türkiye’deki çoğu kişi tarafından en yüksek Avrupalı yasal otoritelerin Türkiye’nin 1915 katliamlarına geleneksel yaklaşımına yeşil ışık yaktığı şeklinde yorumlanacak.
Bu ciddi bir hata olur. Bu dava ifade özgürlüğüyle ilgili bir dava, tarihin yorumlanmasının düzeltilmesiyle ilgili değil. Perinçek, dünyanın geri kalanı için hiçbir anlamı olmasa bile, istediğini söylemekte özgür. Ama Türk hükümetinin temel olarak farklı bir sorumluluğu var. Yüzüncü yılda, Türk yetkililer, AİHM kararlarının arkasına saklanmamalı.
Dünyanın geri kalanı Türkiye’den soykırım konusunda ani ve köklü bir u-dönüşü beklemiyor. Çok sayıda insanın umudu, Türkiye’nin geçen yıl dönemin başbakanı Erdoğan’ın durduğu yerden devam etmesi. 1915’te Osmanlı topraklarında öldürülmüş ya da bu topraklardan sürülmüş Ermenilerin soyundan gelenlere, bugün Türkiye’nin o zaman olanlar için ve Türkiye’de önceki nesillerin Ermenilerin çektiklerine yönelik duyarsızlıklarından dolayı üzgün olduğunu göstermek suretiyle, birkaç adım daha atılması.
Zaman