07 Haziran 2014
Güven Gürkan Öztan (İstanbul Üniversitesi)
12 Eylül 1980 askeri darbesi, genellikle Türkiye siyasetinde çok önemli bir kırılma anı olarak değerlendirilir. Bu saptamanın çok anlaşılabilir ve ikna edici argümanları mevcuttur. Zira “devlet aklı” dediğimiz şeyin resmi ideolojiyi tahkim etmesi ve devletin 1970`ler boyunca “sorun” olarak gördüğü şeyleri çözmek için yeni araçları seferber etmesi bu döneme denk düşer. Ermeni soykırımı konusunda merkezi strateji geliştirmenin bu döneme denk düşmesi bu yüzden hiç de şaşırtıcı değildir.
İnkılap Tarihi dersinin müfredatta zorunlu kılınmasında en büyük etkenlerden biri ise 1915 Ermeni Soykırımının Türkiye tarafından tanınması için uluslararası kamuoyundan gelen baskıların artmasıdır. 1915`i inkâr politikası, bizatihi üniversite gençliği tarafından benimsenmesi gereken “bilimsel gerçekmiş” gibi sunulmuştur. Resmi tezleri formüle eden isimlerin üniversitelere konuk olarak çağrılması ve birbirini izleyen inkâr etkinlikleri bu dönemde hız kazanmıştır. Bu anlattıklarımın başlangıcı, 1981 Mayıs’ında Milli Eğitim Bakanlığının 1981-1982 öğrenim yılında yükseköğretim kurumlarında uygulaması başlatılmak üzere “Türk İnkılâp Tarihi” dersinin müfredat programını ilgili kurumlara göndermesidir. Ders kapsamında “Savaş dönemi” başlığı altında “Ermeni Sorunu ve Ermenilerle Yapılan Savaşlar” ara başlığıyla örneğin şu konular sıralanmıştır: I. Dünya Savaşı’na kadar Ermeni Sorunu; I. Dünya Savaşında Ermeni Sorunu; Kurtuluş Savaşında Ermeni Sorunu ve Gümrü Anlaşması.
Bu şablon içinde hemen Türk İnkılap Tarihi kitapları üretilmeye başlar. Bu kitaplara hâkim olan bakış açısı 1915`e dair devletin resmi tarih yazıcılığının birebir yansımasıdır. Bu kitaplarda “tehcir” ve “tehciri” izleyen olayları Türk devletini aklayacak biçimde kısaca anlatmak ve fakat Batının/”emperyalist güçlerin tahriklerini” ve “Ermeni mezalimini” uzun uzadıya yazmak sanki üzerinde zımnen anlaşılmış stratejik bir hattır. Tarihsel olarak Ermeni toprağı/yurdu şeklinde değerlendirilebilecek bir alanın olmadığı tıpkı orta öğretimde olduğu üzere üniversitelerde okutulan İnkılâp Tarihi ders kitaplarında da ilk vurgulanandır. Bu madde muhtemel çok korkulan toprak taleplerine karşı “bilimsel” bir mevzi oluşturma hamlesidir. İkinci olarak Ermenilerin Osmanlı Devleti içinde “huzurlu” ve “mutlu” oldukları ileri sürülür. Buradaki amaç, Ermeni isyanlarının Osmanlı idaresinden ve Müslümanların tavrından kaynaklanmadığını savunmaktır. Üçüncü ortak tema, Ermeni isyanlarını emperyalizme, “büyük güçlerin kışkırtması”nın bağlanmasıdır. Böylece isyanlardan “soykırım iddialarını” uzanan emperyalist bir süreklilik tahayyül edilir. Dördüncü nokta ise Tehcir Kanunu’nu savaş ortamında devletin aldığı “zorunlu” ve bir o kadar da “doğal” bir karar olarak sunmaktır.
Soykırımın 100. yılı yaklaşırken dolaşımda olan Türk inkılap Tarihi ve Atatürkçülük kitaplarının büyük bir bölümü hâlihazırda bu anlattığım ön kabuller üzerine şekillenmiştir. Çok belli ki 100. yıl yaklaşırken bu dersleri veren bazı öğretim elemanları, kimi zaman “yukarıdan” teşvik, kimi zaman da kendi inisiyatifleri ile 1915`e dair temel resmi tezleri tekrarlamak için dersleri araçsallaştırmaktadır. Bunun için de zaman zaman İttihatçı çizgiyi ve genellikle de cumhuriyetin resmi ideolojinin kurumsallaşması döneminde izlediği etnisist Türk milliyetçiliğini aklamaktadır. Böylesi bir tavrın, gerçek bir yüzleşme önünde bariyer olduğu ise açıktır. Bir yandan bırakalım tarihçiler tartışsın diyen bir devlet, tek bir tarih yorumunu yükseköğretim kurumlarında dayatarak doğrudan kendi argümanıyla çelişmektedir.
“Bu soruları cevaplamak zorunda kalan Ermeni öğrenci ne hisseder?”
Ümit Kurt (Clark Üniversitesi)
Tabii ilk bakışta üzerine devasa araştırmaların, kitapların ve doktora tezlerinin yazıldığı; birincil kaynaklar ve arşiv malzemeleri üzerinden tartışıldığı Osmanlı’nın son dönemini yakından ilgilendiren makro bir problematikle ilgili bu tarz vulger ve içerikten yoksun soruların üniversite düzeyinde öğrencilere sorulması hakikaten şaşırtıcı gözüküyor. Ancak ben kendi adıma çok da şaşırdım diyemem. Bu soruları görünce Başbakan`ın taziyesi devrim niteliğinde kalıyor
Meseleye daha bütüncül bakmak gerekiyor. Son tahlilde, Türkiye 1915 ile ilgili 100 yıla yakın bir süredir bir yalan ve inkâr politikasının peşinden sürüklenip gidiyor. Hem de büyük bir istekle, azametle, kararlılıkla, her dem yeni tekniklerle ve araçlarla bu yalan politikası devam ediyor. Ve artık bu yalan politikası o kadar içselleştirilmiş ki yalan hakikate, hakikat de bir rejime dönüşür hale gelmiş. Bir “yalan politikasının hakikat rejimi” altında yaşıyoruz.
Bu rejim kendini belirli bir döneme kadar muhafaza edebildi, kendine korunaklı kaleler inşa etti, kendince payandaları sağlam bir ideolojik söylem ve altyapı ve önemli bir doktrinleşme süreci yarattı. Bu uğurda, bu yalan politikasını uygulayan “hakikat rejiminin” bürokratları, aydınları ve 32 kısım tekmili birden diğer bütün ideolojik ve bürokratik aygıtları seferber edildi. Bütün bir ülke, kamuoyuyla, medyasıyla, Tarih Kurumu ve Yüksek Öğrenim Kurumu’yla, merkezî Osmanlı Arşivleri’yle, üniversiteleriyle, Genelkurmay’ı, Harp Tarihi Dairesi ve MEB’iyle, Talim Terbiye’siyle, dolayısıyla tarih müfredatı ve öğretmenleriyle, dolayısıyla o öğretmenleri yetiştiren eğitim fakülteleriyle, 100 yıl önceki bir tarihsel olaya kilitlendi.
Ne yazık ki, hür ve eleştirel düşüncenin hayat bulması gereken yerler olan üniversitelerimiz de söz konusu aygıtlardan bir tanesi. Tek taraflı, çarpık ve alabildiğine reaksiyoner, milliyetçi ve sürekli “hasımlar” inşa ederek kendi kimliğini var eden bir tarih anlayışı bu soruları hazırlayan kişilerin muhayyilesine sinmiş. Ne yazık ki, Türkiye’de birçok üniversitede İnkılap Tarihi adı altında verilen ve öğrencilerin zorunlu olarak aldığı bu derslerde, milliyetçi tarih anlatıları öğrencilere yediriliyor. Esasında bu İnkılap Dersleri, özellikle 12 Eylül sonrası Türk-İslam sentezi fikriyatının Atatürkçülük ile bezenmiş formatını konsolide etmek saikiyle, o dönem bütün üniversitelerde zorunlu ders olarak okutulmaya başlandı. Ve bu dersleri daha çok asker kökenli veya sağ/muhafazakâr Kemalist diyebileceğimiz kişiler okutmaya başladı. Dolayısıyla böyle bir tarihsel arka plan da mevcut.
Benim tek merak ettiğim şu: “Acaba söz konusu üniversitede bu dersi alan ve bu soruları yanıtlamak durumunda olan bir Ermeni öğrenci var mıdır? Ve bu sorularla karşı karşıya kaldığında ne düşünür? Ne hisseder? Nasıl cevap verir de bu dersi geçer?”
"Bu ülkeyi galiba bu tür `eğiticilerden` kurtarmak gerek"
Taner Akçam (Clark Üniversitesi)
"Ne diyeceğimi bilemedim. Gülsem mi ağlasam mı, karar veremedim. Gülmek geldi içimden çünkü bazı sorulara cevap olarak koydukları seçenekler de tuhaf. Sadece bir örnek vereyim: "Osmanlı Devleti 1915 yılında Rusya ile işbirliği yaparak orduya ve sivillere saldıran Ermeniler’i “Tehcir Kanunu”nu çıkartarak Suriye’ye yerleştirmiştir. Osmanlı Devlet’inin bu uygulama ile amaçladığı hedeflerinden hangilerine ulaşmayı amaçladığı savunulabilir”, deyip 3 seçenek sunuluyor.
Şimdi aklı başında olan her kişi, bu seçeneklerin üçünün de doğru olduğunu bilir. Yani örneğin seçenek 1, “iç güvenliği sağlamak” … Evet; İttihatçılar gerçekten de öyle düşündüler. Seçenek 2, “yurt savunmasını güçlendirme”… Evet, gene gerçekten İttihatçıların mantığı bu idi… Seçenek 3 “Ermenilerin yönetime katılmasını önleme”, evet… eğer biraz tarih bilen bilir ki, bütün bu sürgün öte berinin amacı 1914 Şubat ayında imzalanan Ermeni Reform planını hayata geçirmemekti… Bunu ben söylemiyorum, bunu Talat Paşa 26 Mayıs 1915 tarihli mektubunda söylüyor.
Şimdi bu soruyu hazırlayan cahil öğretim görevlisi, aklı sıra, ilk iki seçeneği doğru olarak sunuyor öğrencilerine… 3. Seçenek ise yanlış olanı… Bu nedenle seçenekler arasında üçü de doğru diye bir seçenek yok… Oysa doğru cevap, İttihatçıların kendi ifadelerine göre bu üç seçenek…
Öbür taraftan soruları okuyunca ağlamak geldi içimden… iliklerine kadar ilkellik kokan, cahilce hazırlanmış sorular ve cevaplar…. Gene aynı soruda kalalım; “Rusya ile işbirliği yapan Ermeniler” gibi artık bayatlamanın da ötesine geçen aptallıklar… Bu soruyu hazırlayanlara sormak gerek, “Bolu, Ankara, Edirne, Tekirdağ vb gibi Anadolu sathında yaşayan hangi Ermeni Ruslarla işbirliği yapmış?” Bu kafa yapısıyla öğrenci yetiştiriyorlar. Ne söylememi bekliyorsunuz? Doksan yıllık inkar politikasının iğrenç bir ilkellikte tekrarlanması… Yazık, bu gençlere yazık, bu ülkenin geleceğine yazık… Açık söyleyeyim, bu ülkeyi galiba bu tür “eğiticilerden” kurtarmak gerek her şeyden önce… Zihniyeti bu olan, kafa yapısı bu olan bir devlet ve onun eğitimcileri ile hiç bir sorun çözemezsiniz. Üzücü… çok üzücü…"