28 Mayıs 2014
Bence, Başbakan Erdoğan tarafından “Ermeni sorunu” hakkında 23 Nisan’da yapılan açıklama akılcı, insani, barışçı ve uzlaşıcı bir yaklaşımı içeriyor.
Paylaş Tweetle Paylaş Gönder Yazdır A A Aynı zamanda, Türkiye’nin gerçeklerden kaçmadığını ve tarihiyle yüzleşmekten korkmadığını ortaya koyuyor. Açıklamadaki “… 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyetlerimizi iletiyoruz. Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.” ifadeleri, ne Ermeni tarafının iddialarını tanıma yolunda bir adım veya bir taviz olarak yorumlanmalı, ne de tek taraflı bir özür dileme olarak anlaşılmalıdır.
Açıklamanın işlevsel yönü, taraflar arasında gerçekleştirilmesi özlenen barış ve uzlaşmanın şartlarının sarahaten belirtilmiş olmasıdır. Bunlar da, 1915 olaylarına ilişkin gerçeklerin bilimsel bir çalışmayla gün ışığına çıkarılması için tarafların bir ortak tarih komisyonu kurmaları ve elde edecekleri bulguları hukuksal açıdan değerlendirmeleridir. Perinçek davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), “Ermeni soykırımı iddiası konusunda fikir birliği yoktur, konu tartışmalıdır.” yolundaki kararı, Ankara’nın Erivan’a yönelik bu barış girişimini hayli güçlü bir pozisyondan yapmasına imkân vermiştir.
TBMM’nin ortak tarih komisyonu kurulması deklarasyonu
Başbakan’ın 1915 döneminin koşullarında telef olan Ermeni ve diğer Osmanlı vatandaşları için üzüntü beyan etmesi de açıklamanın diğer çarpıcı yönüdür. Açıklamaya hakim olan insani ve vicdani bakışa gelince, TBMM’nin 13 Nisan 2005’te oybirliğiyle kabul ettiği deklarasyon da aynı yaklaşımı benimsemişti. Bu belge ile TBMM Ermenistan’a barış elini uzatmış ve kurulmasını önerdiği ortak tarih komisyonunu şu gerekçelere dayandırmıştı:
“TBMM gerek Türkiye’nin gerek Ermenis-tan’ın çıkarlarının, asırlar boyunca aynı topraklar üzerinde birbirlerine karşı hoşgörü ve barış içinde yaşamış olan Türk ve Ermeni uluslarını barıştırmak, onları savaş yıllarından kaynaklanan derin önyargılara tutsak olmaktan kurtarmak ve hoşgörü, dostluk ve işbirliğine dayalı bir ortak geleceği paylaşmalarına imkân verecek bir ortamı yaratmak olduğuna inanmaktadır. İktidar ve anamuhalefet partileri, bu amaca yönelik olarak, tarihi gerçeklerin bilimsel araştırmayla gün ışığına çıkarılmasını ve tarihin iki ulus için de yük olmaktan çıkarılmasını amaçlayan bir öneri yapmışlardır. Bu öneri Türkiye ile Ermenistan’ın kendi tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurmalarını, ulusal arşivlerini kısıtlamaya tabi tutmadan araştırmaya açmalarını, ilgili diğer ülkelerdeki arşivlerde de sürdürülecek bu araştırmaların sonuçlarının dünya kamuoyuna açıklanmasını ve bahis konusu komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerinin iki ülke arasında saptanmasını öngörmektedir. Bu girişimin uygulanabilmesi için Ermenistan hükümetinin işbirliği şarttır. Bu bağlamda, Türkiye ile Ermenistan’ın tarihe ortak bir perspektiften bakmaları sağlanamadığı takdirde, iki tarafın da çocuklarına ve gelecek nesillere bırakacağı miras, önyargı, düşmanlık ve intikam duygularından başka bir şey olmayacaktır. Akıl ve mantık, Türkiye ile Ermenistan’ın ortak bir girişimle tabuları yıkmaktan korkmamalarını ve ortaklaşa yaşadıkları beşeri facianın tüm yönlerini açığa çıkararak tarihleriyle hesaplaşmaya hazır olmalarını emretmektedir. Geçmişin, bugünümüzü ve geleceğimizi karartmasını önlemenin yolu budur.”
Diasporanın tutumu
Türkiye’nin Ortak Tarih Komisyonu (OTK) önerisiyle ortaya koyduğu cesur ve barışçı iradenin uluslararası alanda olumlu bir izlenim yarattığının altı çizilmelidir. Bu olumlu değerlendirmeler arasında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Genel Kurulu’nda 97 parlamenterin ortak açıklamasını, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Parlamenter Asamblesi’nin destekleyici kararını ve Federal Almanya Başbakanı Schröder ile ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin OTK kurulmasının Türk ve Ermeni halklar arasında uzlaşıya katkıda bulunacağı yolundaki beyanlarını zikredebiliriz.
Soykırımın gerçekliğini sorgulayacağı görüşüyle diaspora Türkiye’nin OTK önerisine var gücüyle itiraz etmiştir. Bu nedenle, 10 Ekim 2009’da Zürih’te Türkiye ve Ermenistan dışişleri bakanları tarafından imzalanan ikiz protokollerin müzakeresinde karşılaşılan sorunların odak noktasını Türkiye’nin ısrarla önerdiği OTK kurulmasını öngören madde oluşturmuştur. Bilahare, aynı madde, protokollerin onay sürecinin tıkanmasında da önemli bir rol oynamıştır. Zira, bu maddeye şiddetle karşı çıkan diaspora ile militan milliyetçiler, “Ermeni soykırımının tarihsel olarak kanıtlanmış bir gerçek olduğunu ve müzakereye açık olmadığını” ileri sürmüşlerdir.
AİHM: Soykırım iddiası tartışmalı
Bu izahatımız ışığında, “Bugüne kadar soykırım suçunu Türkiye’ye kabul ettirmek için fanatik bir dürtü ve husumet ile hareket eden Ermeni tarafına OTK önerisinde bulunmaktan bir sonuç alınabileceği umudunu yaratan ne gibi bir gelişme oldu?” sorusu akla gelebilir.
Bu gelişme, yukarıda temas ettiğimiz AİHM kararıdır. İsviçre mahkemeleri, Doğu Perinçek’i Ermeni soykırımının bir yalan olduğu yolundaki beyanları nedeniyle mahkûm ederken, “1915 olaylarının hukuken soykırım olarak nitelenmesi hususunda uluslararası bir fikir birliği (consensus) olduğu görüşüne dayanmışlardır. Oysa, AİHM 17 Aralık 2013 tarihli kararıyla bu görüşü reddederek, Ermeni soykırımı iddiasının tartışmalı olduğunu ve üzerinde fikir birliği bulunmadığını vurgulamıştır.
Temyiz başvurusunun sonucu kuşkulu
İsviçre, her ne kadar bu kararın yeniden görüşülmek üzere Yüksek Daire’ye (Grand Chamber) havale edilmesini talep etmişse de, hiçbir yeni bulgu ve argüman içermeyen temyiz başvurusu gayet zayıftır. Ayrıca, söz konusu kararın dayandığı, (1) dünyadaki 190 ülkeden sadece 20’sinin Ermeni soykırımını tanıdığı, İsviçre siyasi organları arasında dahi bu konuda değişik görüşler bulunduğu; (2) uluslararası hukuka ve mahkeme içtihatlarına göre suçun soykırım olarak tanımlanabilmesi için kanıtlanması zor bir kavram olan özel kasıtla (dolus specialis) işlendiğinin yetkili bir mahkeme tarafından saptanması gerektiği, oysa Ermeni iddiasının böyle bir karara dayanmadığı; (3) Ermeni soykırımı iddiasının, uluslararası bir mahkeme tarafından kesin kanıtlarla hükme bağlanmış olan Yahudi Holocaust’u gibi tarihsel bir gerçek olarak kabul edilemeyeceği, yolundaki argümanların Yüksek Daire tarafından çürütülebileceğini düşünmek zordur.
Her halükârda, ortaya çıkan yeni şartlar, diaspora ve Ermenistan açısından Türkiye’nin OTK önerisine daha realist bir gözle bakmalarını gerektirecek niteliktedir.
OTK kurulması önerimin hükümetçe benimseNmesi
Türkiye ile Ermenistan arasında bir OTK kurulmasını öngören önerimi 2000’li yılların başından itibaren birçok defalar Dışişleri Bakanlığı üst düzey yöneticileriyle yaptığım görüşmelerde ele aldım, ancak, Türkiye açısından bunun gayet riskli olduğu görüşünü savunan muhataplarıma bu yaklaşımı benimsetmem kabil olmadı. 3 Kasım 2002 genel seçimleriyle CHP milletvekili seçilmemden sonra da bu konudaki girişimlerimi ısrarla sürdürdüm. Dönemin Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül kendisiyle yaptığım görüşmeler sonucunda, Bakanlık bürokrasisinin muhalefetine rağmen, önerimi, hem yapıcı ve insani bir yaklaşım olduğu hem de Türkiye’nin eline, Ermeni tarafının sürdürdüğü karalama kampanyasına karşı kullanılacak etkin bir koz vereceği düşüncesiyle benimsedi. En önemlisi de, Sayın Başbakan’ı OTK projesinin isabetli bir girişim olduğuna ikna etti. Ben, esasen CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal’ın bu konudaki onayını almıştım. Böylece bir mucizenin gerçekleştirilmesi ve birbirlerine gayet mesafeli duran Başbakan ile anamuhalefet partisi liderinin 8 Mart 2008 tarihinde öğleyin TBMM’de Başbakan’ın ofisinde bir araya getirilmesi mümkün oldu. Konuyu incelemiş olmasına rağmen Başbakan’ın zihnini kurcalayan sorular vardı ve bunları yanıtlamam bir buçuk saat aldı. Bunu takiben, Sayın Başbakan ile Sayın Baykal düzenlenen basın toplantısında, Türkiye’nin Ermenistan’a barış girişimi bağlamında OTK projesini önerdiler ve beraberce, “Türkiye tarihiyle yüzleşmekten korkmuyor, dostluk ve barış adına Ermenistan’dan da ayni tutumu bekliyoruz.” dediler. TBMM de, 13 Nisan 2005 tarihinde oybirliğiyle kabul ettiği ve tarafımdan hazırlanan bir ortak deklarasyonla bu öneriye destek verdi.
Aklın ve sağduyunun emri
Ermenistan, Başbakan Erdoğan’ın Türk-Ermeni ilişkilerini 99 yıl önce takıldığı yerden kurtarmak için yaptığı bu inisiyatifi olumlu bir yaklaşımla değerlendirmelidir.
Bu yapılmadığı takdirde, Ermenilerin sürekli mağduriyet ve hakları yenilmişlik, Türklerin ise dünya çapında bir haksızlık ve iftiraya uğramışlık hislerinden kurtarılması mümkün olmayacaktır.
Bu koşullarda da iki ulus arasında uzlaşma ve barışın gerçekleşmesi bir hayal olur. Bu bakımdan, akıl ve sağduyuya dayalı çağdaş bir yaklaşım, Türk ve Ermeni uluslarının yaşadıkları beşeri facianın tüm yönlerini gün ışığına çıkarmak suretiyle tarihleriyle yüzleşmelerinden ve bunun sonuçlarını kabullenmelerinden geçiyor. Barışın bu travmadan doğması kaçınılmaz.