05 Mayıs 2014
Başlıktan da anlaşılacağı üzere; Diyarbakır`da kurulan Ortadoğunun en büyük tarihi Ermeni Kilisesi`nden bahsedeceğim. Resmi kayıtlarda tarihi tam olarak bilinmemesine rağmen kilisenin giriş tabelasında 1376`da kurulduğu yazılıyor. Kuruluşundan bu yana çok fazla kötü olaylara maruz kalmasına rağmen, günümüze kadar gelebilmiş. Kilisenin tarihine kısa bir yolculuk yaptığımızda, içler açısı olan sayıca örnek görürüz; bunların en önemlisi herkesinde bildiği 1915 yılında Ermeniler için çıkarılan "Tehcir Kanunu``. Bu kanunla, Ermenilerin bulundukları topraklardan çıkarılıp, Suriye topraklarına yerleştirildiklerini hepimiz biliyoruz.
Tehcir Kanunu`ndan sonra Surp Giragos Kilisesi; Almanlara 1. Dünya Savaşı`nda Karargâh haline getiriliyor. 1. Dünya Savaşı`ndan sonra da kilise bir müddet Sümerbank`ın pamuk deposu olarak kullanılıyor. Böylece kilise uzun bir süre kullanım amacının dışına çıkıyor.
Yakın tarihte, Ermeni halkı kiliseyi tekrar ibadete açmak için; Türkiye Cumhuriyeti`nden restore için yardım talebinde bulunuyor. Hükümetten gelen yanıt ise oldukça ilginç. "Biz restore edersek müze yaparız" diyen Kültür Bakanlığı, adeta bir halkın inancını ve koca bir tarihi hiçe saymış.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, inancından ödün vermeyen halk, kendince yöntemler güdüyor. Çesitli Ermeni derneklerince restore için belli miktarlar toplansa da kafi gelmiyor. Son olarak dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Osman Baydemir tarafından, kilisenin restoresi için 1 milyon bağışta bulunuluyor, böylece kilisenin restoresi için gereken miktar toparlanılıyor.
Aynı toprakları paylastığımız insanların acılarını, bu denli görmezden geldiğimiz içinde kendimizle gurur duymalıyız, ya da içimizde bitmek bilmeyen ırkçı kinlerimiz mi bize insanlığımızı unutturan? Birilerine rant sağlamak için yazılan tarihe kendimizi fazlaca kaptırdığımız için, benliklerimizide duyarsızlığa itmişiz anlaşılan. Alışılmış klişe söylemlerden öteye gidememişiz söz konusu Ermeniler olunca; onların da bizim gibi, herkes gibi insanlar olduğunu unutmuşuz bize dayatılan tarihle. Sahi; İslam ``HOŞGÖRÜ ve YARDIMLAŞMA`` dini değil miydi? Peki bizler, mensup olduğumuz dine mi yabancıyız; ya da diğerlerimiz farklı ırklara dahil olduğu için mi bu vurdumduymazlığımız?
İçimizde yalan dayanaklarla yer edinmiş nefret izlenimini bu insanlara karşı daha ne kadar sürdüreceğiz?
Daha ne zaman bu topraklar; üzerinde yaşayan herkese ait olduğunu noksan beyinlerimize yerleştireceğiz?
Bu artık ciddi anlamda rahatsızlık veriyor. Hiçbir şeyin bir canlı yaşamından daha değerli olduğunu öğretemedi tarih bizlere. Yaratılışımız bile iki insanla var olup çoğalırken, şimdilerde birilerinin ırk ayrımına girerek insanlığı bu şekil hiçe sayması akılla izah edilecek türden değil. Acının her dinde, her dilde tarifi aynıyken...
Çıkartalım artık at gözlüklerimizi; çünkü yaşamlarımız, birilerine acı çektirecek kadar uzun değil. İnanç özgürlüğü, insanların temel haklarından biriyken; bırakın bu insanların inanç özgürlüğünü yaşamasını, her defasında asimile politikalarına maruz kalıyorlardı. İnançları bizden farklı diye bu ülkenin bireylerinden biri olan Ermenileri bu denli baltalamamıza gerek yok. Desteklemesek de bir zahmet görmezden gelelim.
Kimsenin hakkı yok bir diğerimizin hakkını kısıtlamaya. Aynı dili konuşmasak da, aynı coğrafyayı paylaşmasak da, tüm dünyayla aynı olan acı ve mutluluğumuz benzerdir insanlıkla; bu yeterli birbirimizi anlamaya. Ve sadece ``İnsanlık`` için değişim yapma vakti gelmiştir artık: Duyarlı ol Türkiye!