19 Kasım 2013
Tanınmış Türk basın mensubu Oral Çalışlar’ın Radikal’de yer alan makalesinde AKP’li milletvekili Vahit Erdeme’e yazdığı mektupta, Ermeni Soykırımında işlenen cinayetler için ″Türk olduğumuz için bu cinayetleri savunmak zorunda değiliz″ dedi.
Çalışlar köşe yazısında şunları kaydetti:
Müslümanlaştırılmış Ermeniler Konferansı’nı izlerken dinlediğim bazı öyküleri köşemde aktarmıştım. Bu yazım nedeniyle gelen mektuplardan biri de AK Parti’nin iki dönem Kırıkkale milletvekilliğini yapan Vahit Erdem’den geldi.
«Sn. Oral,
Yabancı bazı namuslu tarihçiler sizden çok daha insaflı bu konuda. Geçen hafta Erzurum’da idim, biraz da oralarda Ermenilerin yaptığı mezalime kalem oynatmaya eliniz varabilse.
Keşke olmasa idi, ama bu facia başlatılmış ve karşılıklı katliama yol açılmış. Siyasi olarak dikte ettirilmeye çalışılan, bilimsel olarak mutabakat sağlanamayan ‘soykırım’ tezini siz kabul etmiş görünüyorsunuz. Bu Türk düşmanlığı furyası da bir gün son bulacak.”
Birçok okur da mektubunda “Ermeniler de Türkleri öldürdüler. Bunu da görün” ifadesini kullanıyor.
1915 tehcirinde öldürülen Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda İstanbul Milletvekili Kirkor Zohrab’ın öyküsünü yazan Nesim Ovadya İzrail, daha kapsamlı yeni bir kitapla karşımızda: ‘24 Nisan 1915, İstanbul, Çankırı, Ayaş, Ankara’ (İletişim Yayınları).
Kitap, 24 Nisan 1915’te İstanbul’da evlerinden toplanan 250 Ermeni aydınının akıbetini anlatıyor. Milletvekili, avukat, mimar, müzisyen, şair, gazeteci, sanayici, tüccar gibi kentin önde gelen Ermenileri, siyasi tutuklu olarak Ankara’nın Ayaş ve Çankırı cezaevlerine götürülüyorlar. Ardından grup grup ölüm yolculuğuna çıkartılıyor.
Aslında onlar, ormanlık, dağlık kuytu yörelerde, İttihat ve Terakki’ye bağlı Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri tarafından katledilmişlerdi. Önce çırılçıplak soyulmuşlar, üstlerindeki değerli eşya gasp edilmiş, ardından vahşi yöntemlerle yok edilmişlerdi.
Ovadya’nın saptamasına göre 250 Ermeni aydınından 174’ü karanlık yollarda öldürülüyor, 76 kişi ise her şeye rağmen kurtulabiliyor.
Rupen Sevag
Bunlardan biri de ünlü Ermeni şairi doktor Rupen Sevag. Sevag, Lozan’da tıp okuyor. Zengin bir Alman ailesinin kızıyla evleniyor. 1914’te doktorluğunu İstanbul’da sürdürmek için geliyor. Hiçbir partiye mensup değil. Çağdaş bir ‘Osmanlı insanı’. İttihat ve Terakki’nin önde gelenleriyle de dostluğu var. Karısı Alman yurttaşı. Buna rağmen Çankırı’ya yollanıyor.
Korunması için bulunduğu Çankırı’ya uyarılar gönderiliyor. ‘Serbest bırakın’ emri bile gidiyor. Ancak hiçbiri kâr etmiyor. Yerel İttihatçıların kurduğu bir tezgâhla yola çıkarılıp üç arkadaşıyla korkunç işkencelerden geçirilerek soyuluyor ve öldürülüyor.
Eşi Alman devletinin de İttihatçılarla işbirliği yaptığı inancıyla Alman kimliğini bırakıyor ve Ermeni olup Yanni adını alıyor. Kızı Şamiram ve oğlu Levon, Türkiye’de babaanneleri ve dedelerinin yanında bir süre kalıyorlar. Ermeniler için koşulların kötülemesiyle Fransa’ya annelerinin yanına gidiyorlar.
Şamiram 2005’te bir söyleşide; babasının Çankırı’da arabacıbaşının kızını tedavi ettiğini ve iyileştirdiğini anlatıyor. Kız, Rupen’e âşık oluyor. Arabacıbaşı, ona Müslüman olmasını ve kızıyla evlenmesini öneriyor. “Böylece Rupen’in sürgün günleri sona erecekmiş. ‘Ben evliyim, iki çocuğum da var’ demiş babam. ‘İslamiyete geçersen sorun olmaz’ cevabını almış. Arkadaşlarının evlen kurtul baskılarına rağmen ‘Ben Ermeniliğimi inkâr edemem, karıma duyduğum saygıyı inkâr edemem’ diyerek reddetmiş.”
1915 tehcirinden bir kesit. Yüz binlerce Ermeni ölüme gönderildi. Bunları o sırada iktidarı elinde bulunduran bir avuç İttihat Terakki çetesi ve onların etrafındaki kanunsuz Teşkilat-ı Mahsusa elemanları gerçekleştirdiler.
Erdem’e yazdığım cevapta, ‘Türk olduğumuz için bu cinayetleri savunmak zorunda olmadığımızı’ söyledim.
Hüseyin Nesimi
Ermenilerin bir kesiminin özellikle o tarihlerde işgal altındaki Erzurum ve yöresinde uyguladıkları vahşetin, 1915 soykırımı olgusunu ortadan kaldırmayacağını bilmeliyiz.
Sonuçta yaşanan; koca bir halkın, binlerce yıldır yaşadığı coğrafyadan sürgün, katliam yoluyla bilinçli bir devlet politikasıyla ‘siliniş’i, ‘yok ediliş’i.
O zaman da bu katliama dur diyen ve ölümü bile göze alan Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi gibi Türkler de vardı. Onlar da atalarımız ve ecdadımız.
2105’e bir yıl kaldı. Bir vicdan muhasebesi olarak, 24 Nisan’da kaybettiğimiz yurttaşlarımızı anabilir, yapılan katliamı onaylamadığımızı dünyaya ilan edebiliriz.»