06 Mayıs 2013
Yetvart Danzikyan: Ben öncelikle “helalleşme”nin bu mesele için uygun bir kavram ve yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Çok trajik sonuçları olan bir etnik temizlik ve -peşine gelen- mülk transferi harekâtından bahsediyoruz. Bu harekât sonucunda ülkenin asli unsurlarından biri olan Ermeniler, bu topraklardan kazınmışlardır. Yetmezmiş gibi “resmî görüş” bütün bu meselede Ermenileri haksız çıkarmaya matuf bir ortam yaratmıştır. Böyle bir tabloda ister iktidardan, ister başka bir kesimden gelsin, “Tamam bir kabahat olmuş, kabul ediyoruz, hakkını helal et” yaklaşımı, sorunu çözmez. Zira fail ya da fail adına konuşan birinin “helal et” demesinde hiyerarşik bir ilişki biçimi vardır. “Eh, benden bu kadar. Kapatalım konuyu” iması vardır. Mağduru, kurbanı çaresiz bırakır. Oysa özür -ki bu bir özür değil- önemli bir süreçtir ve kimin, “ne adına” , kimden, ne şekilde özür dilediği, kritik önemdedir. Dolayısıyla “Soykırımdı, değildi batağına saplanmadan” dendiğinde, meselenin anlaşılmasının önünü baştan kesmiş olabiliriz.
Dünya bizden empati bekliyor
Gülay Göktürk: Sorunumuz 1915’te olup bitenlere isim koyamamaktan kaynaklanmıyor. Asıl sorunumuz bugün hâlâ 1915’te olan bitenler hakkında hissettiklerimizden kaynaklanıyor. Dünya bizden kendimizi cani gibi hissetmemizi beklemiyor ama biraz empati bekliyor. Dedelerimizin yaptıklarını hâlâ haklı mı buluyoruz? “Onlar da bizimkileri kesti” pişkinliği içinde miyiz hâlâ? “Savaş sırasında olur böyle vak’alar” vurdumduymazlığı içinde geçiştirmeye mi çalışıyoruz İttihatçıların suçlarını? Yoksa geçmişte yaşananlar hakkında samimi bir üzüntü, samimi bir kınama içinde miyiz? Katliam suçu karşısında aynı safta mı duruyoruz Ermenilerle yoksa milli bir saflaşma içinde katliamcıların safında mıyız? Bana kalırsa bugünün düşmanlıkları tarihten doğmuyor; tarih, bugünün düşmanlıklarına bahane ediliyor yalnızca. Geçmişte ne olduğunu anlamak istiyorsak; duygularımızla, düşüncelerimizle, yaşama biçimimizle, ekonomimiz ve kültürümüzle tarihin ürünü olan bugünkü ‘biz’e bakmamız yeter. Ermeni meselesinde bütün mesele, o tarihin ürünü olan “bizler”in yani iki halkın bugün dostça yaşamayı isteyip istemememizdir. Ama kavga istiyorsak, kabul etmek gerekir ki tarih iyi bir bahanedir.
Şimdi barış zamanıdır
Abdurrahman Dilipak: Helalleşmek, kul hakkına girer. Herkesin helalleşmesi gerekir her konuda. Akrabaların, komşuların, ticaret yapanların, herkesin... “İnsanlar ya dinde kardeş, ya tende bir eştir.” Hepimiz Hz. Adem’in çocuklarıyız. Biz doğduğumuz anne-babayı, toprağı, zamanı, derimizin rengini, cinsiyetimizi kendimiz seçmedik. İnsanlar bundan dolayı üstün ya da geri olamaz. Biz asırlardır bu topraklarda bir arada yaşıyoruz.
Ermeni “soy sürümü”, Osmanlı’da, batı etkisi altındaki İttihat Terakki darbecilerinin askerî cuntasının başımıza bela ettiği bir hadisedir. Hâlâ birileri tarihî bir olaydan yola çıkarak yeni bir kan davası icat etme çabasındalar. Sorunun çözümü, tanıkları ve sanıkları kaybolmuş bir dava üzerinden yeni sorunlar üretmek değil; adaletten, barıştan, özgürlükten yana bir tavırla, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalimlere karşı durabilmekten geçmektedir. Barış herkes için en iyi olanıdır. Her iki taraftan birçok kişinin eli kan kokuyor. Kan tartarak adalet sağlanmayacağı gibi, kan davası gütmek de adil ve insani bir yaklaşım değildir. Şimdi barış zamanıdır.
Acılarla yüzleşebiliriz
Bülent Şahin Erdeğer: Türkiye’deki sosyal krizlerin kördüğüm olduğu nokta ülkede 90 yılı aşkın süredir etkin olan İttihatçı/ulusalcı resmî ideoloji ve politikalarıdır. Bu suni projenin özellikle 1913 sonrası toplumun farklı kesimleri üzerinde bazen beyin iğdişi bazen dayatma, sindirme bazen de öldürme gibi yöntemlerle tatbik edilmesi Anadolu’daki kültürel zenginliği soldurmuş, toplumun tüm kimliklerini karnından konuşmaya zorlayan, kendi kendine rol yapmaya iten bir ruhsal bozukluğa itmiştir. Bu travmaların başında ise Anadolu’daki Müslüman- Hıristiyan ilişkilerindeki bozulma gelmekte. Oysa söz konusu İttihatçılık ve sonrasındaki Kemalizm, Ermenileri ve diğer Hıristiyan azınlıkları hedef aldığı gibi Müslüman tebaayı da uluslaştırma serüveninde benzeri tek tipleştirme ve sindirme çarkına sokmuştur. Süreç dindarları çok kişilikli hâle sokarken kendi cellâtlarının avukatı haline sokabilmiş, 1915’te yaşanan savaş suçlarının sanki müsebbibiymiş gibi suçu üstlenir duruma getirmiştir. Durum Ermeniler açısından da benzer. Onlar da kendilerini İttihatçı söylem hattının değil Müslümanlığın karşısında konumlandırdılar. Oysa aynı katilin kurbanları olduklarını fark etmeleri için 90 yılın geçmesi gerekiyormuş. 1915’te olan şeyin yıllar boyunca Sünnisine ve Alevisine de yaşatıldığını hatırlamalı ve dertleşmeyi, acılarla yüzleşmeyi başarabilmeliyiz. İttihatçıların 1915’ini, Ermeni ulusalcılarının 1919’unu hatırlamak ve karşılıklı helalleşmek, kan davalarını bitirebilmek, Ulusalcılığın her türlüsüne karşı ortak yaşayabilme olgunluğuna ulaştıracaktır bizi. Çünkü 1915’te Ermeni komşularını cinayetlerden koruyan Müslümanları da hatırlayacağız katillerden başka. Helalleşmeden bahsedeceksek İslamcı STK’ların Ermeni vakıf ve gruplarıyla diyalog buluşmaları karşılıklı köprülerin kurulması açısından önemli bir adım olabilir.
İyi niyetin şifresi, helalleşmek
Cihan Aktaş: İnsan hayatı ve onurunun söz konusu olduğu, barış cümlelerine ihtiyaç duyulan anlarda çözümü mahkemelerden önce yürekler sunuyor. Kanunlar, bildirgeler, sözleşmeler sessiz kaldığında sade bir dilin açıklamalarına yöneliyor bilinçler. Karşılıklı oturup konuşsak, ortak mekanlarda bir söyleşiyi sürdürsek, ne çok ortak hissiyat harekete geçecek ve cümleler bambaşka mecralara akacak. Arada yükselen duvar, siyasal bağlamda binbir türlü ihtimali hesaba katan cümlelerin de eseri. Bütün iyi niyetiyle tehcir cinayetlerine engel olmaya çalışmış Müslümanların torunları bu kanlı mirası kendi malı saymasa bile, taze başlangıçlar umuduyla helâlleşmeye açılabilir gönüller ve gündemler. Hiçbirimizin masum sayılmayacağı şeklindeki bir kabul yüzünden değil, asıl olanın barışın sağlanması olması, barış için her duyarlı müminin, her insanın elinden geleni yapmaktan geri durmayacağı inancıyla... Boş jestten ibaret kalmayan, retoriksel bir özür cümlesinin de üzerinde bir anlama çabasının ve yeni başlangıçlar için bütün samimiyetiyle, geçmiş ve gelecek adına iyi niyetini bildirmenin şifresi, “helâlleşmek”.
Asıl sorun ötekileştirme
Engin Cirmen: Türkiye’deki Ermeni vatandaşlarla bu ülkenin helalleşmesinin yolu mutlaka kimine göre “soykırım”, kimine göre “büyük felaket” olan olgunun devlet tarafından kabulü ile olmayabilir. Sonu olmayan bu tartışma gerçek sorunların da üstünü örtmektedir. Bu gün Türk/Müslüman olmayan hiç kimse kamu görevi alamamaktadır. Bu durum Ülkemizde bir dehşet dengesi olarak yaşanmaktadır. Yasal düzenleme engeli olmamasına rağmen hiç bir demokratik ülkede görülmesi mümkün olmayan bu durum düzeltilmedikçe bu yurttaşlarımızın eşit vatandaş olarak yaşamlarını sürdürmeleri mümkün değildir. Bu vahim durumun diğer adı “ötekileştirmenin” yarattığı “nefret ortamıdır.” Devletin üzerine düşen görev, talimat ve yönergelerle, bu yurttaşlarımızın kamu görevi alabilmelerinin yolunu açmaktır. Avukat Agop yargıç da olduğunda, Asteğmen Haçik üsteğmen de olduğunda, öğretmen olduğunda, tapu müdürü olduğunda yani kamu görevlisi olduğunda belki yürekler biraz soğuyacaktır. Topyekun demokratikleşme yalnızca Kürt sorunun çözülmesiyle gerçekleşemez.
Neden helalleşmeliyiz
Nevzat Çiçek: Diyarbakır’ın küçelerinde yıllar önce dolaşırken bir evin önünde ipe dizilmiş patlıcan sapları dikkatimi çekmişti. Evin sahibi yaşlı karı kocayı ziyaret ettim. Evin amcası başında geleneksel sarığı, annenin ise fistanıyla toprağın bütün kültürünü üzerinde taşıyordu. Bu patlıcan saplarını neden kurutuyorsunuz soruma şu cevabı vermişlerdi: “Ermeni komşularımızdan öğrendik. Yokluk zamanı çorbanın içerisine katıldığında et lezzeti verir” biz de bu nedenle hâlâ bunu kurutuyoruz. Yaşlı amca kader birlikteliği olan o cümleyi söylemişti: “Komşularımız,” düşmanlarımız dememişti. Ezberlerin bozulduğu bu zaman diliminde adaletten, merhametten, bahseden bizlerin geçmişe bakıp Ermeni komşularımızla, onların torunlarıyla bir helalleşme sağlamamız gerekiyor.
Soykırım gibi kavramlar aramızdaki uzaklığı ne kadar artırsa da yeni kavramlar etrafında helalleşmeyi, birbirimizin rızasını alarak sağlamalıyız. Bunun için ne gerekirse yapmalıyız. Helalleşme konusunda Said Nursi’nin de ifade ettiği gibi “Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdadın zevaliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selameti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vabestedir. Fakat mütezellilane dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhafaza ederek, musalaha elini uzatmaktır.”
İnsan hakları suçu inkârla silinemez
Adalet Ağaoğlu:Kürt halkımızla karşılıklı sivil barış harekâtına geçildiği bu önemli tarihî günlerimizde devletimizin hiç tereddütsüz gelmiş geçmişiyle birlikte Ermeni halkımız önünde diz çökerek geçmiş ve bugün adına af dilemesini demokratik bir yönetime adım atılması için müthiş anlamlı buluyorum. Kürt halkımız gibi Ermeni kardeşlerimize de yapılmış haksızca ayrımlara karşı işlene gelmiş insanlık suçundan temizlenilmesini diliyorum. İnsan hakları suçu inkârla silinemez. Taa içimden gelerek söyleyeyim ki, insanlık hakları gasp edilmiş herkes Ermeni dostlarım kadar benim sütkardeşlerimdir. Bilebildiğim kadarıyla onlarla Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak 1915’lere kadar bu memlekette 4-5 asır boyunca el ele/kucak kucağa yaşamışız. Bağbozumu törenlerini birlikte yaşamış, pekmez kaynatılan kazanların altındaki ateşlerin üstünden birlikte atlamışızdır. Taş işçiliğindeki üstünlükleri ipek ve baharat kervanlarının konaklığı hanlara imzalarını atmış, değerli ahşap üstüne mimarî becerileriyle yaptıkları evlerde doğup büyümüşüzdür. Kurdukları hamamlarda ailecek yıkanmışız, kurdukları camilerde babalarımız namaz kılmış, hatimler indirilmiş, mevlitler okunmuştur. (Babam). Besteledikleri şarkı ve türküleri kulaklarımızda hâlâ daha gezinmektedir. İlkokuluma Ermeni Evi denilirdi. Kısacası onlar için ‘silin şunları gitsin’ zihniyetinin ömrü yoktur. Bizleri birbirimizden ayıranlar yalnız sütkardeşlerime değil, benim insanlık hakkıma karşı da suçludurlar...
SERKAN AYAZOĞLU / BÜLENT ONUR ŞAHİN - Taraf