13 Nisan 2013
Bu soru devletimiz 1970’lerin sonuna doğru ASALA terörü vasıtasıyla Ermeni Meselesiyle tanışınca daha sık sorulur oldu. Demokrasi kültürü ve insan hakları kavramının yerleştiği bir toplum olsaydık tarihi ve acıyı olanca sağduyumuzla irdeler ve nihayetinde bu tür vakaların tekerrürünü ebediyen men etmek için elzemiyet arayışına girerdik. Gelin görün ki biz ne demokratik ne de insan haklarına saygılı bir toplumuz. Yüzleşmek yerine örtmeyi yeğleyen bir siyasi kültürümüz var, örtemediğimiz yerlerde ise inkar en kullanışlı kozumuz. Son günlerde cereyan eden bir hadise dikkatimi cezbetti, olay şöyle gelişiyor: Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçiliği’nde görev yapan Elsever Salmanov adında bir görevli, Radikal’in de medya sponsoru olduğu Ankara Müzik Festivali’nin broşüründeki “Sarı Gelin, Ermeni türküsüdür’’ tümcesine sinirlenerek, Radikal Gazetesi çalışanlarını ve Halkımızı hedef alıyor. Nefret dolu kalbinde kinden başka hiçbir şeye tekabül etmeyen Ermeni sözcüğünü bir hakaret olarak savuruyor radikal çalışanlarına ve ekliyor: Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz p*çsiniz.”
Bu sloganı ilk kez İstanbul’da Türk-Azeri ırkçıların birlikte düzenlediği “p*ç mitingi”nde duymuştuk. Hocalı Katliamı’nda uluslararası hukuk ve insan onuru çiğnenerek hunharca katledilen insanları anma adı altında nefret kusulduğu ve bu nedenle hayatlarını yitiren insanların anılarının da kirletildiği o iğrenç mitingde. O dönem ki İçişleri Bakanının bol kanlı bir konuşma kustuğu, insanı utandıran rezil mitingde...Ne denli kırıldığımı ve üzüldüğümü sözcüklere dökemem, devletimin en üst düzeyde temsil edildiği bu nefret ayininde günahkar bir şeytanı temsil ediyorduk Anadolu’nun Kadim Halkı olarak.
Türkiye Toplumu 1970’lerin sonundan itibaren “Ermeni Tehcirini” duymaya, istemeyerek de olsa keşfetmeye başladı. Devlet Ermeni Soykırımı iddialarına karşı önce inkarcı davrandı ilerleyen süreçte ise “aslında Ermeniler bizi öldürdü”, “yaşananlar savaş hukuku içerisinde gerçekleşmiş, karşılıklı ölümler yaşanmıştır”, “tarihi tarihçilere bırakalım” gibi sığ ve tutarsız limanlara sığınmıştır. Bu klişeler 30 yıldır en ufak bir değişim ve hassasiyet göstermeden kuşaktan kuşağa aktarılmıştır, aktarılmaktadır. Resmi ideolojinin Ermeni Soykırımı’ nı keşfinden sonra karşı atak başlamış, tahammülsüzlük had safhaya ulaşmıştır. İşte Sarı Gelin Türküsü’ nün kimin türküsü olduğu hususu böyle bir ortamda anlam kazanmıştır. Sarı Gelin son derece önemli bir türküdür. Ermeniler bu topraktaki varlıklarını kültürel kalıntılarla sürdürmektedir. Pek çok tarihi eserimizin kindarlığa kurban gittiği, hem cismimizle hem mimarimizle bu topraklardan silindiğimiz o kabus asrın ardından ancak böyle sözlü eserlerle –müzikle- varlığımızı ince ince hissettiriyoruz bu yaşlı topraklarda. Tatyos Efendilerin, Udi Berberyanlar’ ın musikiye saklanarak 1915 Hristiyan Soykırımı’ndan kurtulabilmiş nağmeleri varlığımızı vurdumduymaz kulaklara taşıyan eserlerden bir kaçı sadece.
2015 yaklaşıyor. Ermeni Soykırımı`nın 100 üncü yılına doğru Türkiye Cumhuriyeti geçmişiyle yüzleşmek yerine küçük kardeş Azerbaycan ile tüm yatırımını nefret üstüne oynamış görünüyor. Türkiye’ deki Azerbaycan Lobisinin ve Türk milliyetçi kesiminin yüksek “özverisi” neticesinde bir türlü kabuk bağlamayan bu yaraya daha çok tuz biber ekilecek önümüzdeki süreçte. Demokrasi ve özgürlükler konusunda Türkiye’den fersah fersah geri kalmış bir Azerbaycan’ dan ne umuyor Türkiye? Nefret kayığı önünde sonunda batar ve batarken tüm yolcularını da götürür suyun dibine. Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan arasındaki çatışmada taraf olmak yerine arabulucu rolü üstlenmesi çok daha isabetli bir tutum olacaktır. Tabii şimdilik bu mümkün görünmemekte.
Ölüm çığırtkanları da sırtlanlar gibi karanlığı sever, tüm gerçeklerin üstüne gece körlüğünü çökertip o güçlü çenelerinde öğütürler umuda ve barışa dair olanı. Ürkek güvercinimiz Hrant Ahpariğimiz ne güzel söylemiş “Geleceği geçmişte boğmak isteyenler var.” Aman vermeyelim gelecek katillerine; geçmişi düşman kuluçkasına çeviren bu kör ağızlara kulak vermeyelim. Dış İşleri Bakanlığından henüz net bir tavır gelmedi. Bu ülkenin vatandaşlarına alenen ırkçı hakaretlerde bulunmuş bir Azerbaycan görevlisine en ufak yaptırım dahi uygulanmadı. Oysa bu davranış neticesinde “persona non grata” ya varan yaptırımlar pekala uygulanabilirdi. Yargıtay tarafından “yabancı” ilan edildiğimizden olsa gerek Türkiye bu hakareti üstüne alınmadı.
Sarı Gelin Türküsü bu nedenle önemli biraz da. Bu toprakların ortak hafızasına işaret eden, bizi birleştiren en değerli miraslarımızdan. Ben en çok Ermenice ve Farsça olanını severim ama Türkçe ve Kürtçe versiyonları da gayet hoştur. Her dilde süzülür durur Sarı Gelin çarşıda, elinde divit kalem yazar durur, yıllar yıllar öncesinin her halktan Anadolu Çocuklarının delişmen heveslerinin yankısı süzülür parmaklarından. Bu türkü hepimizin türküsü, Sarı Gelin hepimizin gelini. Tüm şarkılar onları yüreklerinde hissedebilenlere aittir. Lakin kültürümüz bir türkü üstünden dahi nefreti ölesiye körükleyebilen bir kültür. Yılmadan mücadele etmek ve ötekine kulak vermek gerek. Yüreklerimizi açarak yapıcı kelimeler iklimine teslim olmanın vakti geldi de geçiyor. Aksi takdirde korkarım aşağıda Hrant’ın katili ve güvenlik güçleri arasında geçen diyaloğun ağırlığını özellikle 2015 yaklaşırken daha derinden hissedeceğiz.
Ocak 2007 Samsun Otogar Karakolu:
“Atatürk’ün sözünü tam şöyle kafasının üstüne getirebilir misiniz?”
“Geliyor zaten”
“Vatan toprağı kutsaldır diyor ya