07 Kasım 2012
Raymond Kévorkian ve Paul Paboudjian’ın hazırladığı “1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler” kitabı 6 kasımda yayımlanıyor. Tarihçi Kévorkian bu kapsamlı çalışmayı Taraf Gazetesi`nden Serdar Aksoy`a anlattı.
Ermeni Soykırımı üzerine yaptığı kapsamlı araştırmalarla tanınan Fransalı tarihçi Prof. Raymond Kévorkian ile Paul Paboudjian’ın ortak çalışması 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler 6 kasımda yayımlanıyor.
20 yıl önce Fransa’da basılan ve Türkiye’de ilk kez bazı bölümleri Agos gazetesinin ilk sayılarında yayımlanan kitap, 1915 öncesinde Ermenilerin yaşadığı 2 bin 900’den fazla yerleşim biriminin vilayet, sancak, kaza ve köy bazında dökümünü sunuyor. İki bölümden oluşan kitabın “Tarih ve Toplumsal Yapı” adını taşıyan ilk bölümü, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından soykırıma uzanan süreçte Ermeni halkının yaşamına mercek tutuyor. “İnsanlar ve Yaşadıkları Topraklar” adlı ikinci bölümde ise Ermenilerin yaşadığı yerler, kiliseleri, manastırları ve okulları tüm ayrıntısıyla verilirken, sözkonusu yerleşim yerlerinin Roma Dönemi’ne uzanan tarihsel arka planları hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Kitabın Türkçe baskısına ulus-devlete geçiş sürecinde ve sonrasında değiştirilen Ermenice- Rumca- Kürtçe vb. yer adlarının yeni isimlerinin de eklendiğini hatırlatmakta fayda var.
Tam olarak 927 adet görselle zenginleştirilen çalışma, Anadolu coğrafyasından bugün neredeyse tamamiyle silinmiş bir halkı, adeta ait olduğu yere geri getiriyor. Aras Yayıncılık’ın uzun yıllar içerisinde kotardığı bu kapsamlı kitabı, Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği “Mardin ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi Konferansı” için Türkiye’de bulunan Raymond Kévorkian’dan dinledik...
1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler ’in bazı bölümleri ilk olarak Agos ’ta yayımlanıyor, değil mi?
Evet, ama bizim Hrant’la bir bağlantımız yoktu. Aslında Agos’tan da haberim yoktu. 1997’de tefrika edildikten iki yıl sonra öğrendim. Fakat öğrendikten sonra da çekince ya da rahatsızlık hissetmedim hiç. Hatta çok sevindiğimi bile söyleyebilirim. Yıllar sonra da Hrant’la tanıştık. 2004’te bana kitabı yayımlamak istediğini de söyledi. Şu an Aras Yayıncılık’ın kotardığı iş, aslında Hrant’ın teşvikiyle başladı.
Raymond Kévorkian ve Paul Paboudjian böylesine kapsamlı bir çalışmaya girişmeden önce kafalarında ne vardı?
Çalışmaya başlamadan önce Anadolu’da Ermenilerin yaşadıkları yerlere dair elimde Patrikhane kayıtları vardı. Ermenilerin yaşadıkları yerleri ve hatta daha fazlasını köy köy, kasaba kasaba, sancak sancak gösteren bu kayıtlardan yararlandım. Kitapla, Anadolu Ermenilerinin 1915 öncesi hayatına dair genel bir panorama sunmayı hedefledik.
Fotoğraflarla, bugün çoktan yok olmuş bir dönemin imajı canlanıyor kafamızda...
Görsellerle zenginleştirdik çalışmamızı, çünkü tarihsel belgeler olarak karşımıza çıkıyor fotoğraflar. Ermeni Soykırımı’ndan sonra Amerika’ya, Avrupa’ya yerleşen Ermenilerin, kendi köylerini, eski hayatlarını ya da atalarının yaşamlarını hatırlama çabasıyla yazdıkları tanıklıklar vardır. Benim bu çalışmaya girişmemdeki bir diğer amaç da o eski dünyayı hatırlama çabasıyla yazılanlara ufak bir katkı yapmaktı. Kitap biraz benim kişisel geçmişimle de ilintili olarak, o insanların, yaşanan o hayatlara biraz dokunup, o günleri kafalarında canlandırabilmelerini istiyordum.
Kitabın Fransa’da yayımlanmasının üzerinden 20 yıl geçti. Bu süre içinde nasıl geri dönüşler aldınız mı?
Ben yıllar içinde kitabı okuyan, kitabı hisseden birçok insanla karşılaştım. Çok zaman onların yan yana oturup; anneanne, baba, çocuk, torun kitaba baktıklarını ve kendi köylerinden bir fotoğraf gördüklerinde ailenin büyüğünün “İşte bak, benim köyüm burada. Gerçekten de vardı. Bir zamanlar biz de oradaydık” dediğini gördüm.
Paboudjian’la nasıl bir iş bölümü yaptınız?
Burada belirgin bir ayrım var. Ben işin tarihsel kısmını hallettim, metinlerin hepsini ben kaleme aldım. Kitaptaki 900’ü aşkın görselin büyük bir çoğunluğu Paboudjian’ın kendi koleksiyonuna ait. O, kitaba görsellerle katkıda bulundu.
Başa gelirsek, kitabın temelini oluşturan Patrikhane kayıtlarına. Kitapta, Şubat 1913 ile Ağustos 1914 arasındaki nüfus sayımı kayıtlarından faydalandınız. Peki, soykırımdan sonra kayıtlar bugüne nasıl ulaştı?
1922 yılında, Kemalistler İstanbul’a girmeden önce dönemin İstanbul Patriği 22 sandıkla bu istatistikleri Manchester’a yolladı. Sadece bunlar değil, Manchester’a giden sandıklarda başka şeyler de vardı. Fakat bahsettiğiniz, benim baz aldığım nüfus kayıtları da oraya yollanmıştı.
Neden Manchester’a gönderiyor?
Çünkü I. Dünya Savaşı öncesinde Fransa’da bile fazla Ermeni yoktu. Manchester’da ise bir Ermeni varlığından söz edilebilirdi. O yüzden, Patrik sandıkları Manchester’a yolluyor. Buradaki sandıklar, rahip Krikoris Balakian tarafından alınmıştı. Kendisi başpiskopos olarak atandığı Marsilya’ya 1927’de göç etti. Sandıklardaki belgeleri de beraberinde götürdü. Orada bir kısmını Kudüs’teki Patrikhane’ye yolladı, bir kısmını da benim bugün başında olduğum, 1928’de kurulan Paris Nubaryan Kütüphanesi’ne teslim etti.
Kitaptaki fotoğraflara gelirsek. Bine yakın fotoğraf var. Muhtemeldir ki binlerce fotoğraf arasından seçildiler. Nasıl ulaşıldı bunlara?
Osmanlı İmparatorluğu’nda fotoğrafçılığın gelişmesinde Ermenilerin rolü büyüktü. Bu sadece Abdullah Biladerler’den ibaret de değildi. Taşrada da birçok Ermeni fotoğrafçı vardı. Kitaptaki fotoğrafların bir kısmı kartpostal. Alıp satılan, hediye olarak yollanan ticarî görsellerdi bugüne kalan. Bir kısmı da özel aile arşivlerinden. Kimilerini tanışıklıklar yoluyla, kimilerini parasını ödeyerek alıp arşivimize kattığımız fotoğraflardı.
1915’i anlamak için daha geriye gitmek gerekiyor elbette. O yıllarda Ermeniler ne istiyor, Osmanlı nasıl bir pozisyon alıyordu?
1895’teki reform hareketi, kitapta da anlattığımız, bir önceki yıl Sasun’da yaşanan katliamla ilgili bir şeydi. Orada büyük bir katliam yaşanmıştı. Ondan sonra, İngiliz, Fransız, Alman ve Rusların bastırmasıyla Abdülhamid 1895 Eylül’ünde reform taleplerini onayladı. Eylül 1895’te imzayı attıktan bir hafta sonra da katliamlara başladı. Aslında bu bir meydan okumaydı. “Reformları imzaladım, bir hafta sonra da katliamlara başladım” diyordu yani.
Ermenilerin talepleri neydi?
Kitabın birinci kısmında 19’ncu yüzyılın ikinci yarısını kapsayan bu sancılı süreci irdeliyorum. Genel olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu kapsayan bir reform talebi değildi bu. Ermenilerin yaşadığı altı vilayeti içeriyordu. Bu talepler arasında ne vardı? Yerel bazda yönetime daha fazla katılma isteği vardı, çünkü o güne kadar atanmış yöneticiler arasında hiç Ermeni olmadığını görüyoruz. Ermenilerin bu reform taleplerinden biri mesela, oradaki jandarma kuvvetlerinde kendilerinin de yer almasıydı. Aslında bu reform taleplerinin gerçek vatandaş olma yolunda atılan adımlar olduğunu görüyoruz. Ermeniler biraz sıkılmışlardı ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmekten. O yıllardaki reform talepleri sözkonusu vilayetlerin güvenlik sorununu çözmek içindi bir bakıma.
Peki, 1909’daki Adana Katliamı’nı 1915’in bir provası olarak okumak mümkün mü?
Ben başka bir kitabımda bu konuyu masaya yatırıyorum. Zaten iki olayda da benzerlikler buluyoruz. Ancak ben bu konuda son sözümü söylemedim. Çünkü, şimdiye kadar inceleme fırsatı bulduğumuz belgelerden, olaylardan “Tamamen Adana Kırımı, 1915’in provasıdır” diyebileceğimiz bir çıkarıma varamıyoruz. Kilikya meselesinde altını çizmemiz gereken nokta, katliamların büyüklüğüdür ve Ermenilerin ilk defa bu katliamlar sonrasında suçluların cezalandırılmasını talep etmeleridir. Bu katliamdan sonra ilk kez gayrimüslim bir topluluk, Müslüman suçluların bulunup cezalandırılmasını talep edebilmiştir.
O katliamlar olmasaydı...
Bir tarihçiye sorulacak soru değil, ama yine de soracağım. Tüm bu katliamlar yaşanmasaydı Türkiye’nin manzarası bugün nasıl olurdu?
Jön Türklerin 1908-1909 yıllarına kadar olan politikalarında ortak bir devlet kurma, Ermenilerin temsilinin daha yüksek olduğu bir devlet kurma olasılığı vardı. Tabii, belli ticaret kanalları Ermenilerin elindeydi. Belli bir ekonomik temeli vardı Ermenilerin. Bu yok edildi 1915’te. Türkiye’nin ekonomik gelişmişliği 1950’lere dayanıyor. Eğer 1915’te Ermeniler bu topraklardan silinmeseydi, o ekonomik gelişmişlik kesintiye uğramadan devam edecekti. Ben şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Türkiye’nin bu dönemdeki hali, herhangi bir Avrupa ülkesinin seviyesinde, hatta yukarısında olurdu.
Ermeniceden çeviren: Ararat Şekeryan
Haber-röportaj: Serdar Aksoy