19 Eylül 2012
Türkiye`nin iddialı iki yazarının, çizerinin annelerini gizlemek gereğini duymuş olmaları son derece acı bir durum
İlhan Selçuk, “Yukarıya, odama gel konuşalım” dedi. Tarih 12 Mayıs 2003’tü. O günkü Cumhuriyet’teki yazımın başlığı ‘Sözde Ermeni Soykırımı İddiaları’ydı. Hüseyin Çelik’in Eğitim Bakanlığı dönemindeydik. Ermeni okulları dahil ilkokullara “Ermeni soykırımı iddiası yalan, asıl katliamı Ermeniler yapmıştı” biçiminde bir genelge gönderilmişti. Ermeni çocuklarından da bunları yazmaları istenmişti.
Yazımdan satırlar: “Ermeni okulu ne yapsın? ...müfettişler gelir ve canlarına okur. O zaman... ‘asılsız Ermeni soykırımı’nı çocuklara anlatacaktır. ...bu propaganda Türk çocukları için daha yanıltıcıdır. Ermeni çocuğu ailesinden, yakınlarından ve ‘canlı tanıklar’dan bu ülkede yaşayan 2 milyon Ermeninin neden bugün 60 bine düştüğünü bir şekilde öğrenir. Okula gittiğinde evde öğrendiklerinin tersini söylemesi gerektiğini de bilir. Türk çocuğu ne yapacak, bundan 88 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu döneminde gerçekleşmiş bir zulmü, koca bir toplumun yerinden, yurdundan edilip yer ile yeksan edilmesini ‘sözde bir gerçek’, ‘bir yalan’ olarak mı kabul edecek?”
“1915, Osmanlı tarihinin acı sayfalarından birisidir. Burada İttihat Terakki büyük bir insanlık suçu işlemiştir. Bu suçu ben neden üstlenip bunların hiçbiri olmadı, ‘sözde’ diyerek tarihi gerçeklere karşı çıkayım? Gencecik beyinleri neden gerçek olmayan yalanlarla dolanlarla kandıralım?”
Sabah koridorda karşılaştığım Alev Coşkun, “Bunu nasıl yazarsın? Böyle bir yazıyı Amerika’da bile yazamazsın” şeklinde uyarı-eleştiri karışımı bir şeyler söylemişti. Canım sıkılmıştı. Alev Coşkun, İlhan Selçuk’a gidip durumu aktarmıştı.
‘Soykırım olduğuna inansam’
İlhan Selçuk’un odasına girdim: “Oralcığım, eğer Ermeni soykırımı olduğuna inansam ilk önce ben yazarım” dedi. Söylemindeki sükûnet dikkat çekiciydi.
“Soykırım olduğuna inansam” kafama çakıldı. İlhan Selçuk’un annesinin Ermeni olduğunu bir yerlerden duymuştum. Şişli’deki binaya taşındığımızda, “İlhan Selçuk’un odası, teyzesi Roz’un mezarına bakıyor” diyenler de oldu.
Hasan Cemal’in ‘1915: Ermeni Soykırımı’ kitabıyla gündeme gelen ‘Ermeni anne’nin Selçuk kardeşlerin hayatlarını nasıl etkilediğini düşündüm.
Harp okulu engeli
1940’ların başı olmalı... İlhan Selçuk’un babası, Milas Ask. Şb. Başkanı Kasım Selçuk, Milas Kaymakamı Vasfi Gerger’den (Haluk Gerger’in babası) bir yardım talebinde bulundu. Oğulları Turhan ve İlhan, harp okuluna, anneleri Ermeni olduğu gerekçesiyle kabul edilmemişlerdi. Baba, Ankara’da ilişkileri olan Vasfi Bey’den çocukların okula kabulünün sağlanmasını rica etti. Olmadı.
Ermeni anne, onları hayatları boyunca hep bir gölge gibi takip etti. ‘Anneleri Ermeni’ diye yazan bir yazarı mahkemeye verdiler. İki erkek kardeşin talebiyle avukatlar gidip Milas’taki kayıtlara baktı. Annenin geçmişi kayıtlarda yoktu. Ancak iki Ermeni kardeş vardı. Roz ve Simon adlarını korumuşlar ve öyle yaşamayı tercih etmişlerdi.
Roz Teyze ve Simon Dayı hep yok sayıldı. İlhan Selçuk, Roz Teyzesinin gittiği evde olduğunu öğrenince bir odaya kapanmış ve teyzeyi görmek istememişti. İlhan Selçuk’un hayatının Ermeni annesini gizlemekle geçtiğini söyleyebiliriz.
Ülkemizdeki birçok insanın annesi, anneannesi, babaannesi Ermenidir... Ermeni erkekleri öldürülürken kadınların, kızların bir kısmı hayatlarının bağışlanması karşılığında Müslüman oldular ya da Müslümanmış gibi yapmak zorunda kaldılar.
Türkiye’nin iddialı iki yazarının, çizerinin annelerini gizlemek gereğini duymuş olmaları son derece acı bir durum. Üstelik onlar ‘Cumhuriyet devrimleri’ dedikleri devrime yürekten inanmış kişilerdi. Örneğin, Ermeni anneleri nedeniyle kabul edilmedikleri harp okulundan mezun olan subayların kumanda ettiği ordunun siyasete müdahalesini hep ‘olumlu bir etken’ olarak gördüler.
Selçuk kardeşlerin yaşadığı dram, tam anlamıyla ‘ülkemizin dramı’dır. ‘Öteki’ olmanın anlamını ortaya koyan olağanüstü bir örnek ve hikâyedir.
Ah be İlhan Abi!
Keşke Ermeni anneni bir zenginlik olarak görüp göğsünü gere gere savunabilseydin.