26 Temmuz 2012
Mardin`i iki kez, Midyat`ı bir kez ziyaret etme imkanı buldum. Koskoca şehir; evler, medreseler, eski devlet binaları neredeyse baktığınız her şey taştan birer devasa nakış gibiydi. Söylenenler doğruydu yani, geceleri şehre dışarıdan baktığınızda o işlemeli taş yapılar parıl parıl yanan birer gerdanlığa dönüşüyor, o işçilik hem gece hem de gündüz lezzet veren bir güzellik haline geliyordu.
Şehri şaşkın bir merakla dolaştığımı hatırlıyorum.
Ama Mardin`de beni şaşkınlığı düşüren sadece bu değildi; zamanında 80 bine yakın süryaninin yaşadığı şehirde, bazılarına göre 1000 ya da 2000, bazılarına göre ise sadece 80 hanelik Süryani nüfusu kalmıştı. Buruldum.
Çünkü farklı inanma biçimlerinden neşet eden görünürlüklerin, farklı kültürlerin ve yaşamların bir şehri ancak zenginleştireceğine inanan biriyim. Ermeni ve Rum nüfus, bu kadar azalmamış olsaydı İstanbul`un da daha yaşanabilir bir şehir olacağını zannederim.
Süryaniler, Hristiyanlığı ilk kabul eden topluluklardan ve o zamandan bu zamana yerleşim yerleri hep Mezopotamya olmuş. Ama ne zaman ki 1. Dünya Savaşı başlamış ve Tehcir kararı çıkmış; Süryaniler de tıpkı farklı etnisiteye ve dine mensup olan pek çok benzeri topluluklar gibi göçe zorlanmış.
Kafilelerin kimisi yolda hastalıktan, kimisi saldırıya uğrayarak hayatını kaybetmiş. Ama göç, çeşitli sebeplerle o günden bu yana hep sürmüş.
Yine de, 1960 yılına kadar genelde Güneydoğu`da, özelde Mardin`de yaşayan çok sayıda Süryani varmış, ancak 1960`larda ekonomik şartların bozulması, yöre halkının baskıları ve yaşadıkları asimilasyon sonucu, göç ivmelenmiş.
Çokkültürlü ve çok dinli, çok etnik yapılı bir imparatorluğun bakiyesi dahi olsa, reddi miras yapmış ve ulus-devlet kurma iddiasıyla ortaya çıkmış yeni Cumhuriyet`in azınlıklara yönelik tektipleştirme, olmuyorsa yok etme politikası asla haklı olmasa bile, anlaşılır bir durum. Gelgelelim, azınlıklara yönelik vandallıklar bugün dahi, hem de devlet eliyle yürütülüyorsa, hepimizin bir sorunu var demektir.
Farklı kimliklere, melezliğe, öngörülen dışındaki yaşam tarzlarına tahammülü olmayan ulus-devlet modelinin; bir zamanlar geçer akçe olsa bile, artık oldukça demode olduğu gerçeği bir yana; farklılığa tahammülsüzlüğün bu toplumun hemen her kesimini az ya da çok dövdüğü gerçeği ve bunun sebebiyet verdiği ortak grup kırıklıkları da ortada...
Neden mi bahsediyorum? Mardin`deki Mor Gabriel Manastırı`nın 276 dönümlük arazisinin, 2008 yılında üç köy muhtarının başvurusu sayesinde, mahkemelik olması hukuk eliyle Hazine`ye devredilmesinden... Karara itiraz edilse de, Manastır topraklarının devlete devrini Yargıtay onamış. Bir işlemin hukuk eliyle yapılıyor olması, durumu "zorbalık" olmaktan çıkarmıyor ama.
Neden? Çünkü, Süryaniler için büyük önemi olan bu manastır, Süryani bilgin, filozof ve din adamı Mor (Aziz) Gabriel adına yaptırılmış ve M.S. 397`den bu yana orada durmakta olan bir yapı. 1700 yıllık yani. O topraklara birileri sonradan geldiyse, vatandaşı olduğum Türkiye Cumhuriyeti Devleti gelmiştir...
Üstelik Manastır, dava sürecinde yaptığı savunmada, 1937 yılından bu yana arazi vergilerini ödediklerini beyan etmesine ve dava konusu arazilerin "kadimden bu yana manastırın malı" olduğunu söylemesine rağmen oluyor bunlar.
Süryanilerin, yaşadıkları yerlerde birçok tarihi eser ve yapı ile gelenek, görenekleri ile derin izler bıraktığı söylenebilir, kültürlerinden sözedilebilir. Süryanilerin, günümüzde neden oldukça sessiz bir yaşam sürdürdükleri sorusunun peşine de düşülebilir.
Ancak, mahal yok.
Çünkü Süryaniler`e barışçıl bir topluluk oldukları için değil; yaşadıkları bölgenin mimarisine, kültür ve yaşam tarzına hediye ettikleri güzellikler için de değil, Hakk bunu gerektiği için destek vermemiz gerekiyor.
Ezcümle; Avrupa`nın herhangi bir ülkesinde; şehrin siluetini bozduğu gerekçesiyle minareye izin vermeyen yönetimleri, ezan sesini yasaklayan ülkeleri, Müslümanlara baskı anlamına gelebilecek her tür düzenlemeyi yapan iktidarları ne kadar kanıyorsak; Mor Gabriel Manastırı`nın topraklarının Hazine`ye devredilmesini de o derece kınamamız gerekiyor.
Sınırları dahilindeki `farklılıkları`, ezmelere ve dövmelere doyamamış bir ulus-devletin uygulamalarından şikayet ediyorsak; gayrimüslimleri, azınlıkları göçe zorlayacak `zorbalık`lara değil; evlerine dönmelerine zemin hazırlayacak uygulamalara imza atmamız gerekiyor. Bilinsin ve gereği yapılsın. Mümkünse...