12 Temmuz 2012
Türkiye`nin, Fransa`ya baskı politikasına saplanıp kalmak yerine, bu büyük acının hafızalarda yarasını sarma amaçlı politikalara hız vermesi gerekir.
Fransa’da Anayasa Konseyi’nin Ermeni soykırımını inkâr etmeyi cezalandıran yasayı anayasaya aykırılık gerekçesiyle iptal etmesi, bu konunun bir daha açılmamak üzere kapanacağı anlamına gelmiyordu. Ahmet Davutoğlu’nun Fransız Dışişleri Bakanı’yla Paris’te yaptıkları basın toplantısı, cumhurbaşkanlığına iki ay önce seçilen François Hollande’ın seçim vaatlerinden birini gündeme getirdi. Sosyalist aday seçim kampanyasında, rakibi Sarkozy gibi, Ermeni soykırımını inkârı cezalandıran yeni bir yasa vaadinde bulunmuştu.
Basın toplantısında iptal edilen yasanın kaderi sorulunca, “Anayasa Konseyi bu yasanın anayasamıza aykırı olduğuna hükmetti, dolayısıyla aynı yola yeniden başvurmak mümkün değil” dedi Fransız bakan. Ama Hollande, bakanın bu kesin ret içeren sözünü bir gün sonra düzeltti. Cumhurbaşkanlığı sarayı, Fransa Ermeni cemaati temsilcisiyle yaptığı telefon konuşmasında ‘cumhurbaşkanının seçim kampanyasındaki vaatlerini hatırlattığını ve bunları yerine getireceğini’ teyit etti. Ne yapılabileceğini tespit etmek için Hollande temmuz ayında görüşmelerde bulunacak.
Bu beklenmedik bir gelişme değil. 2015 tarihi yaklaştıkça, ‘soykırımın tanınması’ girişimlerinin daha fazla gündeme geleceği biliniyor. Soykırımı bir bildirge kanunla tanımış olan Fransa’da, kanunun tanıdığının inkârının suç olması Ermeni cemaatinin hedefinde yer alıyor.
Sorun önce soykırım kavramından kaynaklanıyor. Soykırım, mutlak ve bu nedenle artık tartışılamaz olan bir suçu tanımlıyor. Oysa bir şeyin hiçbir şekilde tartışılamaz olması demokrasiye aykırı. Tam tersine, demokrasi toplumsal konularda mutlak doğrunun olmadığı, her şeyin tartışılır (yapılır değil!), yeniden değerlendirilir olduğu bir siyasal rejimi tarif eder. Soykırım suçunun varlığından ziyade, yapılanı bu biçimde nitelemenin tartışılamaz olması demokrasi açısından sorunludur.
Sorun sonra yargının muhatabı konusunda ortaya çıkıyor. Bu büyük insanlık suçunu işleyenler artık hayatta olmadığı için tarihçilerin ve siyasetçilerin yapması gereken yargıdan talep ediliyor. Soykırım gibi bir suç, bir mutlak kötülük siyasal-toplumsal boyutlarıyla değerlendirilmesi gerekirken ceza yargısı alanına hapsedilerek tartışılmaz kılınıyor.
Yargı yoluyla mutlak bir tarih yazılması talebinin oluşumunda, çoğunlukla ve uzun zaman tarihçilerin, siyasetçilerin yaşanmış acılara duyarsız kalmış olmalarının payı var elbette. Türkiye’nin Ermeni tehciri ve sonuçları konusunda benimsediği en azından duyarsız, çoğu zaman inkârcı tavır, ortaya çıkan yargı yoluyla tanınma talebinin birinci sorumlusu.
Önümüzdeki günlerde, Fransa’ya yeniden baskı uygulama politikasına saplanıp kalmak yerine, Türkiye’de devlet yönetiminin bu büyük acının hafızalarda yarasını sarma amaçlı politikaları hızla devreye sokması beklenir. Ahmet Davutoğlu’nun Fransa’da dile getirdiği ‘adil hafıza’, yani Ermenilerin acısını dinleme, anlama, hissetme ve ‘söylediklerini hemen ağızlarına tıkmama’ tavrının yanında, yara sarma politikaları demek bu. Ermeni kültür varlıklarının korunması, günümüz koşulları içinde yeni amaçlar edinerek yaşamalarının sağlanması, nüfus konularında tüm arşivlere ulaşabilecek, örneğin Fransa’nın girişimiyle karma uzman komisyonlarının kurulması, bunlar akla ilk gelenler. Elbette yaşanmış olan bütün acıların dile getirilmesi de. “Ermenilerin karşısında ‘1915’te hiçbir şey olmamıştır’ diyen bir Dışişleri Bakanı yok” deyip ‘bu konuda yeni bir dil geliştirmemiz lazım’ olduğunun altını çiziyor Davutoğlu. Attığı bu küçük adımın Fransa’da bir biçimde yeniden gündeme geleceği anlaşılan soykırımı inkâr suçu tartışmalarıyla boş bir temenniye dönüşmesi, düğümün kördüğüm olması riski var.
Bugün bu düğümün çözülmesi yönünde esas sorumluluk Türkiye devletinin omuzlarında duruyor. Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın, 1915’te Osmanlı Devleti’nin uygulamaları nedeniyle büyük üzüntü duyduğunu, bu acılara yol açan politikaları mahkûm ettiğini ve bütün Anadolu Ermenilerinin çocukları ve torunlarından yaşananlar nedeniyle özür dilemesi, etkili ve güven verici bir girişim olacaktır. Böyle bir acıyı tanıma, paylaşma ve yaşananlar nedeniyle özür dileme girişimi, yaşanmış diğer acıların, hissedilmiş derin korkuların varlığının inkârını gerektirmiyor. Yeni bir dil böyle bir şey demek değil midir?