24 Nisan 2011’in ardından - Gündem
29 Mart 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4516 / Ամիս : Արեգ / Օր : Վարագ / Ժամ : Շառաւիղեալ

Gündem :

10 Şubat 2012  

24 Nisan 2011’in ardından -

24 Nisan 2011’in ardından 24 Nisan 2011’in ardından

Fransa’da soykırımların inkâr edilmesine cezai müeyyide getiren yasanın Türkiye’de yarattığı tartışma inkâr temelinde üretilen bir milliyetçi hezeyandan, yalan dolan bilgilerin dolaşıma sokulmasından, günlük ırkçılığı arttıran ve Ermenileri hedef haline getiren bir eksenden çok uzaklaşamadı. Bunun yanında, tartışmayı farklı bir yöne çekme çabası gösterenler, inkârın ne demek olduğu, soykırımların kabul edilmesinin uzun vadede nasıl etkiler yarattığı üzerine kafa yoranlar da oldu. İshak Alaton’un mektubunun bu dönemde kamuoyunun gündemine gelmiş olması bu bakımdan çok önemlidir. İshak Bey, elbette ki inkâr politikalarına karşı mücadelenin Avrupa’da kat ettiği yolu bilerek bu mektubu yazdı. Fakat Avrupa’dan farklı olarak, Türkiye’de bugün hâlâ en sert yöntemlerle ve en sert dille inkârı savunan, Cumhuriyet’in inkârcı çizgisinden bir adım dahi uzaklaşmamış bir iktidar var. Bu yazının amacı 24 Nisan 2011’in ardından Türkiye’de ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadeleyi öncelikleri arasına alan sivil toplum kuruluşlarının izledikleri yöntemleri ve sorumlulukları yeniden gözden geçirmeye davet etmek.

Askerliğini yaparken 24 Nisan 2011’de öldürülen Sevag Balıkçı’nın, baştan beri iddia edildiği üzere kazara öldürülmediği bir görgü tanığının ifadesini değiştirmesi sonucu anlaşıldı. Bu ifade değişikliğinin zamanlaması hem Fransa’da yasanın kabul edilmesinin hem de Dink Davası kararının açıklandığı günlerin hemen ertesinde, adeta bir gözdağı niteliğindeydi. Sonuç olarak Türkiyeli Ermeniler, soylarının kırıldığı bir coğrafyada “arta kalmış” insanlardır. Üstelik seslerini çıkarttıklarında başlarına ne geleceğini de kuşaklar boyunca tekrar tekrar görmüşlerdir. Sevag Balıkçı’nın öldürülmesinden bir yıl sonra ortaya çıkan durum bize şunu gösteriyor: Bir taraftan 24 Nisan’la ilgili bir bilinç yaratmak için anmalar düzenleniyor, ve bu gerçekten çok önemli, fakat bir tarafta bütün bunlarla o anda hiç ilgisi olmayan bir Ermeni askerdeyken öldürülüyor. Bu durumu nasıl değerlendireceğiz? Bir yandan ırkçılığa, ayrımcılığa, Ermeni düşmanlığına karşı bir bilinç yaratmaya çalışırken, öte yandan Ermeni meselesinin her gündeme gelişinde devletin derin makanizmalarının akıl almaz incelikle hesaplanmış saldırılarına karşı nasıl tavır alacağız? En son Sevag Balıkçı’nın öldürülmesinde tehdit, “Her Ermeni açık hedeftir” haline gelmişken, bu durumu değiştirmek için nasıl bir yol izleyeceğiz?

Toplumun geniş katmanları Fransa’daki soykırım inkârını cezalandıran yasaya milliyetçi hezeyanlarla tepki gösterirken, yanı başımızda, arkadaşımız, dostumuz, birlikte yıllarımızı geçirdiğimiz insanlar bile farklı bir tavır almakta zorlanırken, sivil toplum, inkâr mekanizmalarını sorgulamak ya da Ermenileri korumak için öncelikle çoğunluk olarak tarif ettiğimiz Türk – Kürt sivil toplum kuruluşlarının ve siyasi haraketlerinin harekete geçmesi gerektiğini ne kadar anlıyor? Bu soruya sadece, geçtiğimiz 19 Ocak’taki yürüyüşe on binlerin katıldığını, ya da Hrant’ın cenazesinde yüzbinlerin sokağa döküldüğünü söyleyerek cevap veremeyiz. Anlık, günlük tepkilerden değil, orta ve uzun vadeli bir çerçeveden bakmak ve İshak Alaton’un dediği gibi, 2015 yaklaşırken inkârın nasıl utanılası, nasıl onur kırıcı, nasıl aşağılayıcı bir durum olduğunu, dört kuşak sonra bile insanları nasıl yeniden kurban haline getirdiğini geniş kitlelere nasıl anlatacağız?

Ermeniler tüm bu süreçte çok daha kırılgan, saldırılara çok daha açık bir hale de geldi. Sonradan “münferit” denecek gerek devletin mekanizmalarinin gereksede sıradan günlük ırkçı saldırıları nasıl engelleyeceğiz? Devletin Ermeni vatandaşlarını korumayı ne kadar önemsediğini Dink cinayetinde ve Sevag’ın öldürülmesi olayında gördük. Mahallesinde, işinde gücünde, sokakta, kışlada Ermenileri kim koruyacak? Ermeni olduğu anlaşılınca taksiciden dayak yiyen kadını unutmadık. Soruyu tekrarlayacak olursak, büyük toplumun içinden gelen sivil hareketler, bu bilinçlenme sürecinden geçilirken ortaya çıkan tehlikeleri yeterince açık görüyor mu? Ermeni olmanın öldürülmek için yeter sebep olduğunu fark ediyor mu? Bu durumla mücadele etmenin mekanizmalarını oluşturmak için neler yapmalıyız? Resmi olarak inkârın devam ettiği bir durumda, STK’lar nasıl bir yol izlemeliler? Bu soruların ertelenemeyecek, günlük hayatımızın bir parçası olan sorular olduğunu düşünüyoruz.





Bu haber kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı () ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+