23 Ocak 2012
Kontrgerillanın değil de üç beş münferit serserinin öldürdüğünü mahkeme kararıyla öğrendiğimiz (!) Hrant Dink, şunları söylerken yüzde yüz haklıymış: “Ermeniler’den kalan mallar kimlere paylaştırıldı, neler, kimler ne oldu diye sorulsa, bu çok büyük sarsıntı yaratır. Çünkü ülkeye belletilmiş bir tarih çökecek. ‘Eğer bu tarih yanlış anlatıldıysa, o zaman başka şeyler de yanlış anlatılmıştır’ düşüncesi topluma yayılacak. Türkiye’de önemli bir dönüşüm olacak.“
(Ulan, beni de vurmayın ha!)
Evet, bu da ülkemizin “bilinip de bilinmeyen” gerçeklerinden biridir.
Çok kişi domuz gibi bilir, hiçkimse bilmez.
1915 yılında, adına ne derseniz deyiniz bir “Ermeni kırımı” yaşandıktan sonra, Anadolu’da servet “el değiştirmiştir.“
Servet deyince aklınıza bugünkü şartlar gelmesin tabii, o zamanın serveti, tarlalar, evler, dükkânlar, paralar… Sanayi değilse bile küçük emtia üretiminin araçları, marangoz atölyeleri, saatçilik, terzilik gereçleri, vesaire. (Piyanolar işlerine yaramadığı için onları yakmışlardı.)
Hani şu her ne hikmetse “dedenizin bahçeye gömülü bir küp içinde buluvermiş olduğu” altınlar!
Bu mallara konanlar, daha sonra kurtuluş savaşımızın “motor” gücü olan “eşrafı” oluşturdular.
Mustafa Kemal Paşa, kendilerine “efendiler, beni desteklemek zorundasınız, çünkü müttefikler buralara gelir de Ermeni mallarının hesabını sorarlarsa ayvayı yersiniz” dedi!
Nitekim TBMM’nin ilk çıkardığı kanunlardan biri (toplanır toplanmaz, hemen 23 Nisan 1920 tarihinden birkaç gün sonra), “müttefik subaylarının Anadolu’da tehcir meselesini araştırmalarına izin verilmeyecektir” şeklinde olmuştu…
Eşraf, kendini korumak için bürokrasiyle el ele verdi. Bu zoraki birliktelik 1945 yılına kadar, yirmi beş sene sürdü. O tarihte, eşraf bürokrasinin kendisine ayakbağı olmasından artık sıkıldı (kendi başına ayakta durabilecek kadar güçlenmişti), “yeter, söz milletin” diyerek kendi partisini kurdu.
Bugün korkulan, bu faturanın doksan beş yıl sonra önümüze çıkarılmasıdır.
Ermeniler para isteyecekler, bundan korkuluyor!
Vatan millet Sakarya edebiyatı, bu kaygının kılıfıdır.
Kalıbımı basarım, dünya Ermeni camiası “tazminat istemeyeceğine dair” bir taahhütte bulunabilse, bunun garantisini verebilse, Türkiye şu kırım meselesini kabul eder!
O günü görür müyüm bilmem. Sanmam da.
Sokak ortasında değil de yatağımda ölmek istediğim için de, bu konuyu bundan fazla yazmam.
Korkar mıyım? Evet, korkarım. Ölümden değil, tantuna gitmekten.
Benim cenazeme yüz bin kişi gelmez. Demokrat geçinen hiçbir entel zibidi kanımı aramaz, yerde bırakır.