08 Aralık 2011
Kırmızı Kitap’ veya ‘Gizli Anayasa’, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini ve mücadele ettiği sorunları belirleyen bir belge. Bu belge, her beş yılda bir gözden geçirilir. 2010 yılında Milli Güvenlik Konseyi, yani Cumhurbaşkanı, Başbakan ve ordu yönetimi, bu belgeyi onayladı. Belgeye giren değişiklikler, Ankara’nın politikasında stratejik bir dönüşüm olarak görüldü. Bu değişiklerin en belirgini ise ‘bölgedeki istikrarsızlığa İsrail’in faaliyetlerinin ve Tel Aviv’in bölgedeki silahlanma yarışına yol açan politikalarının sebep olduğuna yoğunlaşmak’tı.
Gizli Anayasa’, Suriye, İran ve Yunanistan’ı (kısmen), Bulgaristan, Ermenistan ve Gürcistan’ı ‘Türkiye’yi tehdit eden ülkeler’ listesinden çıkardı. Bu ülkeler, değişikliklerden önce Ankara için tehdit olarak görülüyordu. Özellikle de İran, İslami yönetimi ve nükleer silaha sahip olma çabasıyla bu çerçevede yer aldı. İç tehdit düzleminde ‘dini gericilik tehlikesi’ ifadesi, dini kullanan ve yıkıcı faaliyetlerinde şiddet yöntemlerine başvuran radikal gruplar’ ifadesiyle değişti.
Türkiye’nin yanında ‘bonus’
‘Gizli Anayasa’daki bu dönüşüm, Ortadoğu ile iyi ilişkilerin başlangıcıydı. Herkes AKP’nin orduya iradesini dayatabildiğini, partinin ve hükümetin teorisyeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun belirlediği ‘sıfır sorun’ politikasını uygulamaya başladığını düşündü. Ankara, Suriye-İran eksenine kaymaya, İsrail ve Batı’dan uzaklaşmaya başlamıştı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e yönelik ateşli açıklamaları, Ortadoğu halklarını ve bilhassa Suriye ve İran halklarını bir araya getiren ortak tarihe yönelik övgüleri, Tahran ve Şam’a tekrarlanan ziyaretleri biliniyor. Peki ne oldu da kendi partisinin formüle ettiği anayasayı alaşağı etti?
‘Kırmızı Kitap’ın dini gericilik tehlikesini uzak görmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk ile Erdoğan ve partisinin temsil ettiği İslamcılar arasında tarihi bir uzlaşıydı. Uzlaşıda ABD ve NATO esaslı rol oynadı ve hiç kimse Türk ordusunun demokratik oluverdiğine ve Washington ile koordinasyon kurmadan işleri İslamcılara teslim ettiğine inanmıyor. Türk politikasında ‘sıfır sorun’a İran, Suriye ve Rusya’ya yönelik eski tutumun geri dönmesine dair yaşanan dönüşümden önce NATO’nun politikasında değişimler olmuştu. NATO, Avrupa’yı savunma misyonundan askeri kolunu, Libya’da olduğu gibi, Washington’ın isteği doğrultusunda kullanmaya başladı. Yanı sıra Arapların kendi ‘baharları’ kanalıyla Avrupa’nın adalet ve özgürlük değerlerini yerleştirmeye çalışmaktan ve anti- emperyalizmden dini ve mezhebi yapının yerleşmesine gitmeleri de Erdoğan’ın bu düşmanca eğilime kaymasına katkıda bulundu.
İslamcıların gölgesinde Türkiye, kendi bölgesine dini ideolojiyle açılıyor. Bunu yaparken de AKP hükümetine benzeyen hükümetlerin çiçek açtığı Arap Bahar’ını destekleyerek bölgenin siyasi coğrafyasını değiştirme hazırlığı içinde, ABD ve NATO’nun politikalarını beraberinde taşıyor. (Londra’da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 3 Aralık 2011)